XXIV

62 3 0
                                    

26

Wemmick'in dedikleri çıktı. Çok geçmeden vasimin eviyle yardımcısının evini karşılaştırabilme fırsatına kavuştum.

Walworth dönüşü yazıhaneye girdiğimde vasim kendi odasında, kokulu sabunuyla ellerini yıkamaktaydı. Beni yanına çağırdı; tıpkı Wemmick'in önceden haber vermiş olduğu gibi, pansiyondaki arkadaşlarımla beni yemeğe çağırdı.

"Yalnız resmîlik yok," diye şart koştu. "Smokin istemiyorum. Yarın akşam diyelim mi?"

Kendisine, nereye gelmemizi istediğini sordum, çünkü onun nerede oturduğu konusunda hiçbir bilgim yoktu. Vasim, herhangi bir açıklama yapmaktan mesleği gereği genellikle kaçınmanın verdiği bir kaytarmacayla, "Buraya gelin; birlikte bizim eve gideriz," dedi.

Bu fırsattan yararlanarak belirtmek isterim ki Jaggers bir müvekkili başından savdığı zaman ille ellerini yıkayarak yaptığı işin izlerinden arınırdı; dişçilerle hekimler gibi. Odasının bir köşesinde bunun için bir bölme vardı ki kullandığı kokulu sabunlar yüzünden parfüm dükkânı gibi kokardı. Kapının arkasındaki ruloda koskocaman bir havlu dururdu. Jaggers karakoldan, mahkemeden gelir gelmez ya da bir müvekkili uğurlar uğurlamaz hemen ellerini yıkar, bu havluyla uzun uzun kurulardı.

Arkadaşlarımla ben ertesi akşam saat altıda yanına gittiğimizde Jaggers her zamankinden daha karanlık bir işten dönmüş olsa gerekti. Çünkü kafasını yıkanma bölmesine daldırmış, yalnızca ellerini değil, yüzünü de köpük köpük sabunlamış, şimdi de gargara yapmaktaydı. Bu işlemleri yapıp bitirdikten, ellerini koca havlunun her köşesine sildikten sonra bile, cebinden çakısını çıkararak tırnaklarının içindeki dava sorunlarını temizledi. Ancak o zaman ceketini sırtına geçirdi.

Sokağa çıktığımızda gene her zamanki gibi onunla görüşebilmek için dönüp duran birtakım kişiler gördük. Gelgelelim Jaggers'ın benliğini saran kokulu sabun kokusunda öyle tartışılmaz bir hava vardı ki, bekleyenler onunla görüşebilmek umudundan o günlük vazgeçtiler. Batıya doğru yola koyulduk. Yolda gelip geçenler arasında sık sık onu tanıyarak duralayanlar oluyordu. Böyle zamanlarda vasim biraz daha yüksek sesle konuşuyor, ama başkaca bir tanışıklık belirtisi göstermediği gibi, tanındığından haberi olduğunu da sezdirmiyordu.

Bizi Soho semtindeki Gerrard Sokağı'na, bu sokağın güney kanadındaki bir eve götürdü. Burası oldukça görkemli bir ev sayılabilirse de yazık ki boyası iyice dökülmüştü, pencereleri de pisti.

Jaggers anahtarını çıkartıp kapıyı açtı; taş bir sofaya girdik. Çok az kullanıldığı anlaşılan iç karartıcı, çıplak bir yerdi burası. Böylece koyu kahverengi bir merdivenden ilk kata, iç içe açılan üç tane koyu kahverengi odaya çıktık. Tahta kaplamalı duvarlarda oyma çiçek çelenkleri vardı. Jaggers aralarında dolaşıp bizi buyur ederken bunları ister istemez cenaze çelenklerine benzettim.

Sofra bu odaların en güzeline kurulmuştu. İkinci oda vasimin giyinme odası, birincisiyse yatak odasıydı. Jaggers bize bütün evi kiraladığını, ancak bizim gördüğümüzün dışındaki bölümleri pek az kullandığını anlatıyordu. Sofrada bir kuşsütü eksikti, bir de gümüş takımlar. Jaggers'ın oturduğu yerin yanındaki geniş bir döner büfenin üzerinde türlü cam şişelerle sürahiler ve içinde meyve olan dört tabak duruyordu. Bütün yemek boyunca vasimin her şeyi kendi elinin altında bulundurduğu, her şeyi kendi dağıttığı dikkatimden kaçmadı.

Odada bir kitap dolabı vardı. Kitapların sırtlarından, bunların kanıtlar, suç yasaları, suçluların yaşamları, yargılanmaları, parlamento kararları ve buna benzer konular üstüne olduğunu gördüm. Bütün eşyalar Mr. Jaggers' ın kösteği gibi pahalı, ağır şeylerdi. Ne var ki daha çok çalışma odasına benzeyen bir yerdi burası. İçinde hiç süs eşyası yok gibiydi. Köşedeki bir masada, abajurlu bir lambanın altında bir deste evrak duruyor, Mr. Jaggers'ın işini gerçekten eve getirdiğini, akşamlarını da çalışarak geçirdiğini belli ediyordu.

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now