Acı Sevda...

2K 173 25
                                    


Gülcihan öğleden sonra okula gittiğinde çocuklar liseler arası müzik yarışması olduğunu ve ona katılmak istediklerini söylediler. Özellikle on bir A sınıfı takımı kurmuştu bile seçmeler için. "Tamam arkadaşlar ama ben derim ki popüler bir şarkıdan ziyade daha farklı bir şey seçin."

"Şarkı olarak bir öneriniz var mı hocam?" Gülcihan bir süre düşündü ve "Aslında iki şarkı var. Bir dinleyin, beğenirseniz eğer üzerinde çalışırız birlikte."

Hasret'in de bu müzik gurubunda olmasını istiyordu, çünkü kendini ne yazık ki yalnızlaştırıyordu genç kız. Bir yerde anlayabiliyordu kızın neden böyle yaptığını. Farklılıklarını her zaman bir engel olarak görmüştü belli bir düşünceye kavuşuncaya kadar Gülcihan'da onun gibi. Gözlerinin görmemesi birçok yerde acıyan nazarlara 'Vah vah nasıl da güzel' gibi söylemlere sebep olmuştu geçmişte. Şimdi aldırmıyordu, daha doğrusu aldırmamaya çabalıyordu ama ister istemez hâlâ üzüldüğü zamanlarda oluyordu.

Kırşehir'e bağlı bir köyde doğmuş, büyümüş, babasıyla birlikte çobanlık yapmış bir kızdı Hasret. Bu koleji de sınavda aldığı derece sayesinde burslu olarak okuyordu. İster istemez vardı farklılıkları ama anlamıyordu aslında bu farklılıkların onu ender bulunan bir çiçek kadar güzel ve çekici kıldığını. Dahası sınıfındaki öğrencilerin hiç birinden böyle bir şey sezinlememişti Gülcihan. Hatta Armağan'ın Hasret'e ilgisi var gibiydi. Öyle ki bunu fark eden Alp ikiz kardeşini bu hisleri üzerinden çok kızdırıyor, çok uğraşıyordu onunla.

Çalışmaları da harika gidiyordu doğrusu, hayatı da öyle. Hızlı ve acımasızca akan mutlu günlerinde hep uykuya dalmadan hemen önce şükrediyordu Gülcihan. Çocuklar Adıyaman Türküsü ve Kız Çocuğu şarkılarını çok sevmişler çok beğenmişlerdi. Aralarında yaptıkları tartışmalara Gülcihan son noktayı koydu ve bir çekiliş yaptı. Nazım Hikmet Ran'in yazdığı bu şiiri Zülfü Livaneli'nin bestesinden çıkmadan ama kendi yorumlarıyla söylemek istemelerine güldü genç kadın ve kabul etti. En büyük değişimse şarkının girişini flütle Hasret'e bırakmaları olmuştu. Çalışmaları ilerledikçe Gülcihan hepsinin yeteneğine hayran kalmıştı doğrusu.

Belinay ise sadece şarkıyla yetinmemeleri gerektiğini ve biraz da görsel olması gerektiğini söyleyince genç kadın hak verdi kıza. Her şey tamamdı neyse ki. Plan yapılmış iş sadece pratiğe gelmişti ama Hasret heyecanını bir türlü atamıyordu. Belinay, Yonca ve diğer kızlar ne kadar konuşsalar da kız flütü eline aldığı an titremeye başlıyordu.

Cumartesi günlerini hepten yarışma için ayırmışlardı çocuklarla birlikte konuşup. Güzel zamanlardı, güzel ve anlamlı saatler. Müziğin içinde kendini kaybediyordu her defasında genç kız, bu hali ise çocuklar için eğlence kaynağıydı adeta. Flütten yükselirken nağmeler görmediği dağların, tepelerin resmini çiziyordu hayallerinde Gülcihan. En son küçük bir kız çocuğunun gözlerinden gördüğü dünyasında dağları bile silikti ne yazık ki.

Notaların içinde ağabeyini bulması ise genç kadına verilen güzel bir hediyeydi belki de. Ağabeyinin hatıralarını kirletircesine üvey babası ve Arzu'nun gelişini de lanetledi yüreğinde.


Doğuş'un sesini işitti yıllar sonra ilk kez. "Gülcihaaan kaç!" diye haykırıyordu. Belki de bu şarkı olmamalıydı, belki de geçmişini ona bu kadar hatırlatan bir şarkı olmamalıydı. 

Yaramazlık yapmamıştı küçük Gülcihan, zaten yaramazlık yapmasına fırsat kalmadan illa ki bir posta olsun günlük hırpalanırdı annesi ve ya üvey babası tarafından. O gün ise diğer zamanlardan farklıydı çünkü çok dayak yemişti Gülcihan. Çünkü küçük kızın doğum günüydü, Arzu için kocasını kaybettiğinin tescil günü. Doğuş her ne kadar küçük kızın önüne geçse de kollarını çizip kanatan tırnaklardan sakınamıyordu kızıl meleğini. Hayır bu sadece saçma bir sanrıydı, hatırlamak istemiyordu Gülcihan ama sonra en acı hatırası kulaklarında çınladı.

Gülcihan (BİTTİ)Where stories live. Discover now