04║ işte o gün sevginin en saf halini tecrübe etmişti.

700 84 135
                                    

-Harry Potter

İçinde taşıdığı son umut kırıntıları ile aynı sokağa gideceği bir başka cumartesi günü de gelmişti... Basit bir yabancıyı yeniden görmek için aynı sokağa gideceği bir başka cumartesi günü...

"Biraz hava almaya çıkıyorum, haberin olsun." dedi oğlan mutfak kapısının pervazından annesine seslenerek.

Mutfaktaki yemeği ile meşgul olan kadın, oğlunun sesini duyması ve ne söylemek istediğini algılamasıyla hafifçe kaşlarını çattı. "Yeteri kadar çalıştın mı bu gün? Hatırladığım kadarı ile matematik öğretmeninden proje almıştın."

Harry, beklemediğü yerden fırlayan bu ödev ile yüzünü buruşturmaya engel olamadı. "Şu anda mola veriyorum. O proje de haftaya yetişecek. Eve dönünce başlarım."

Bunun üzerine annesi hafifçe kaşlarını çattı. "Hayret." dedi dudaklarını bükerek. "Arkadaşların olmadan pek dışarı çıkmazdın sen."

"Biraz hava almaya ihtiyacım var." dedi Harry aklına gelen ilk yalanı sıkıp. "Eylül'ün sonuna geliyoruz. Yılın son güneşli günleri."

Bir süre merakla oğlunu süzerek baktı annesi. Bu işte bir terslik olduğunu sezmiş gibi. Ama sonunda "Tamam." dedi omuz silkerek. Hiç değilse bile oğlunun açık hava alması fikrinden hoşnut görüyordu. "Çok geçe kalmadan geri dön. Akşama brokoli salatası yaptım. Yanında da ıspanak var."

"Geç kalmam için başka bir sebep." diye geveledi ağzının içinden Harry.

"Anlamadım?" dedi annesi kaşları çatık ve elleri belinde, oldukça Lilyvari bir ifade ile ona bakarak. Tehditkar bir şekilde gözlerini kıstı. "Bir kere daha söyle bakayım?!" dedi oyunculukla.

Harry sırıtma dürtüsünü engel olarak evin dış kapısına doğru ilerledi. "Diyorum ki umarım akşam yemeğine babam yine bizi yemeğe çıkarır."

Annesinin sinir haliyle bir şey demesine fırsat vermeden koşarak dış kapıya ilerledi ve kapıyı arkasından kapattı. Arkasından annesinin sadece "Deli çocuk." diye homurdandığını duymuştu. Harry güldü ve kalabalık Londra sokaklarına doğru ilerledi. Derin bir nefes çekerken ezbere bildiği sokaklarda elleri ceplerinde öylece yürümeye başladı.

Uzun süre derin derin nefesler aldı sebebini bilmediği bir şekilde. Sonra anladı... Sakinleşmeye çalışıyordu... Ya da içinde oluşan rahatsızlık verici bir hissi yatıştırmaya.

Oldukça tuhaf bir histi bu... Midesine bir yumru oturmuş, ne yaparsa yapsın, kaç derin nefes çekerse çeksin, dikkatini ne kadar dağıtmaya çalışırsa çalışsın gitmiyordu.

O kızı görememe korkusu... İçinde yer etmişti ve bu korkunçtu.

Düştüğün hallere bak. diye fısıldadı kendi kendine. Sadece sıradan bir müzisyen için.

Yalnızca sıradan bir yabancı için bu kadar şey hissetmesi normal miydi?

Ya da asıl önemli soru; onu yeniden gördükten, görebildikten sonra hiçbir şeyi umursamayacakmış gibi hissetmesi... Ne kadar doğru ve mantıklıydı?

Belki de aklını kaçıyordu? Adından başka bir şey bilmediği birinden bu denli etkilenmesin başka ne açıklaması olabilirdi?

Güldü kendi kendine. Kesinlikle aklımı kaçıyorum. diye teyit etti kendini. Ya da o kız, birinin aklını kaçırmasına sebep olabilecek kadar güzel...

Kulağına dolan aynı yumuşak sesler ile daldığı düşüncelerden nasıl çıktığını bile anlamamıştı. Bu kız, melodileriyle hem dalgın birini gerçek dünyaya döndürüp hem de aynı kişiyi dünyadan koparıp müziğin içine çekmeyi nasıl başarıyordu?

Karnında oluşan korku karışımı rahatsızlık hissinin birden bire yok olmasını sağlayan bir tek şey, gerçekten de o kızın siyah piyanosundan çıkan seslere mi bağlıydı?

Belki de gerçekten bir melekti...

Yönünü aynı sokağa çevirdi aynı geçen hafta olduğu gibi... Ama bir sürü fark vardı yedi gün öncesi ile şimdi arasında.

Geçen hafta olduğu gibi meraklı, yavaş ve sakin değildi adımları. Çünkü gideceği yerden, göreceği manzaradan emindi.

Çabucak varmak ve onu yeniden görmek...

Belki de bu sebepten dolayı sakince yürüyen bu gencin adımları daha da hızlanmıştu. Kalbi göğüs kafesini parçalamak istercesine bir hızla atıyordu.

Ağır duygularla işlenmiş, gökyüzüne ilerleyen her bir nota ruhuna ulaştı. Ruhuna işleyen notalar ise siyah saçlı gencin dudaklarında içten bir gülümsemeye yol açtı...

Ve ne olduğunu bile anlamadan Harry Potter göğe doğru süzülüp içine işleyen yumuşak müzik eşliğinde koşmaya başlamıştı...

Yine durdu aynı sokakta. Aynı siyah piyano vardı karşısında. Başında aynı kişi oturuyordu... İnce yara izleriyle dolu parmaklar yeniden siyah, beyaz tuşların üzerinde dolanıyordu.

Koşan kişinin ayak sesleri yalnızca yayalara açık, dar sokağa toplanmış ufak topluluğun dikkatini çekti ve birkaç kişinin başı dönüp, koşarak oraya gelirken nefes nefese kalmış tuhaf oğlana baktı. Saçları darmadağın olmuş, gözleri parlayan, nefes nefese kalmış birini görmek pek de alışıldık değildi o civarlarda.

Ama bilmiyorlardı ki, o tuhaf oğlanın zümrüt yeşili gözleri sadece bir kişiye odaklanmıştı. Nota kağıtlarının karşısında odaklanmış kız ise bu yoğun bakışları hissediyordu üzerinde. Eğer aşırı derecede telaşlanmayacağını ve yanlış tuşa basmayacağını bilseydi hafifçe orada duran adama göz atar ve ufak bir gülümseme verirdi...

Sevginin en saf halini tecrübe eden ikili o cumartesi gününü öyle geçirdi...

Biliyorsunuz değil mi? Bir şeyi anlatmak için her zaman kelimelere ihtiyaç yoktur... Kelimeler her zaman istediği anlamı veremez doğru bir şekilde kullanmazsanız. Asla inkar edemeyiz, oldukça önemlidirler. Ama bazı zamanlar vardır ki bir şey olur ve sıralanıp duran, asla bitmeyen kelimelerin; ardı arkası gelmeyen cümlelerin; sayfalarca yazılan mektupların; ötesine geçtiğinizi hissedersiniz.

Ginny Weasley tam olarak bunu başarmıştı.

Müziği kelimelerin ötesine geçmişti.

Yıllardır siyah saçlı, yuvarlak gözlüklü, çılgın bir oğlana duyduğu aşkı, değerli notaları arasında dökmüştü. Harry ise bu nazik melodileri ilk duyduğu andan itibaren hissetmişti bu sevgiyi, müzik arasına saklanmış, karşılıksız aşkın umutsuzluğunu...

Hissetmişti.

Ruhuna dokunmuştu.

Sıradan sesler değil, kelimelerin ötesine geçen müzik çekmişti onu buraya. Ruhunu müziğe dökmüş kızıl saçlı bir kız...

O cumartesi günü de öylece geçti gitti.

Yeniden gün bittiğinde, Ginny ayağa kalktığında herkesi selamlarken çok sevdiği kahverengi gözlere baktı Harry, bir saniye bile değildi. Ama biraz daha bakmaya fırsatı olsaydı, kızın kahverengi gözleri içinde kendini görürdü.

Kızın, çaldığı her bir notayı kendine adadığını bilmeden Ginny'nin piyanoyu aynı yere koymasını ve evine doğru yol almasını izledi.

Evine doğru dönerken ise aklından tek bir şey geçiyordu.

Artık her cumartesi öğleden sonrası durağı belliydi...

━━━━━━━ •♬• ━━━━━━━

Evet... Duygusal (aşırı duygusal) bir bölümün sonuna geldik. Duygu sömürüleri ile sizi sıkıysam üzgünüm ama ben de böyle yazmayı seviyorum.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı alayım buraya.

Sınır: 22 oy.

Sizi seviyorum...




I'm in love with an angel | hinnyWhere stories live. Discover now