Bölüm 27

786 93 0
                                    

"Merak etme, sana dokunmayacağım. Bu benim tarzım değil. Ama eğer istersen..."

"Senden isteyeceğim tek şey benden uzak durman olur!" dedim sinirle. Çatı katına çıktığımız için endişeliydim. Burada mirası bulabilirlerdi. Bu hepimiz için büyük bir felaket olurdu. Gözyaşları içinde merdivenleri çıkarken Mete'nin sesini duyduğumda içimden bir parça kopup ona gitmişti. Fakat ona cevap veremedim. Kelimeler boğazıma kaçmıştı sanki. Tabi bu adamın beni çekiştirmesi de cevap veremememde etkili olmuştu.

Frederick (yani yalancısı) bana yaklaştı ve ilk karşılaştığımızda gördüğüm o etkileyici bakışlarla bana baktı. Artık etkileyici olduğunu düşünmüyordum ama. Tamamen tiksiniyordum!

Yerde duran vazoyu eline aldı, işaret parmağıyla kılıç işaretini gösterdi.

"Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?"

"Hayır!"

Frederick alaycı bir şekilde güldü. Cıkcıklayarak başını salladı.

"Norris'in sana bunu söylemeye vaadesi yetmemiş yada onu bulacağımızı düşünememiş."

"Kimsiniz siz?"

"Biz Rosaline, yöneticiyiz."

Ses tonu ve tınlamasından karanlık bir şeyler olduğunu seziyordum. Kahretsin anlamadığım tek şey büyükbabamın ve benim bununla ne alakam olduğuydu!

O sırada kapıda beliren bir adam "Efendim aşağıdaki adamı durduramıyoruz. Bağırıp çağırıyor. Bize sorun çıkaracak." dedi. Vereceği cevaptan korkarak karşımdaki adama baktım.

"İşini bitirin onunla uğraşamam!"

"Hayır!" diye bağırdım korkudan ölecektim.

"Hayır lütfen! Lütfen ona zarar verme. Söz veriyorum ne istersen yapacağım!" dedim yalvarark. Mete'ye bir şey olursa bunu kaldıramazdım.

Frederick kapıdaki adama baktı, bir süre düşündü. Sonra pes eder gibi nefes verdi.

"Sandalyeye bağlayın ve ağzını kapatın. Onu sonra düşüneceğim."

Adam gittiğinde ben de bir nefes verdim ve içimden şükrettim.

"Şimdi söyle bakalım. Bu tablo nerede?"

"Yemin ederim bilmiyorum! Büyükbabam bana hiçbir şey söylemedi. Sadece kutsal kılıcın mirası koruduğunu söyledi. O kadar."

Adam odaya göz gezdirdi. Bir şeyler arıyordu. Vazoyu bulduğu yere ilerledi. Sonra geri gitti. Sonra tekrar ileri. En sonunda kafayı bozacak ve bizde rahat edecektik sanırım.

Ayağıyla yere vurmaya başladı. Bir adım ileri gidip yere vuruyor sonra bir adım geri gidip yere vuruyordu. Yaptığı işlem bittiğinde eğildi ve eliyle parkeyi kazımaya başladı.

"İşte buradasın!" dediğinde koşup yanına gittim. Vazonun altında, parkeye yapılmış bir kılıç işareti duruyordu. Sinsice parlayan gözlerini üzerime dikti.

"Onu bulduk sevgili Rosaline. Artık her şey sona geldi!" diyerek yakınlarda bir yerlerde bulduğu kesici aletle parkeleri yukarı kaldırmaya başladı. Parkeler tek tek açılınca altındaki hazineyi de ortaya çıkarıyordu. Adam sonunda işini bitirdi. Parkelerin altındaki özenle sarılmış tabloyu çıkardı. Dış paketini hızla açıp onu serbest bıraktı. Sanki kasvetli oda tablonun kendini göstermesiyle birden aydınlanmıştı.

Bu büyükbabamla olan resmimizdeki düşes tablosu!

Hayatımı mahveden düşes tablosu, öyle mükemmel görünüyordu ki onu izlemekten dilim kurumuştu. Düşesin başındaki tacın altın ve elmas detayları, her kadının bu taca sahip olmayı isteyeceği kadar güzel duruyordu.

Ben resmi hayran hayran incelerken adam telefonuna sarılıp birini aradı.

"Efendim! Onu bulduk. Ne yapmamızı istersiniz?"

Karşıdaki adamın cevabıyla dönüp bana baktı ve "Emin misiniz?" dedi. Yüzünde bir saniyelik bir endişe geçse de sonradan düzeldi. Endişelenme sırası bendeydi. Ona ne emir vermişti? Bunu anlamamak için herhalde salak olman gerekirdi. Karşısındaki adam bizi öldürmesini söylemişti!

Yanıma yaklaşıp eskisi kadar sert olmayan bir şekilde kolumdan tutup beni aşağı indirdi. Sonra tablonun icabına bakmak için tekrar yukarı çıktı.

Mete'yi salonun ortasında bağlı bir şekilde bulunca koşarak yanına ulaştım. Bandı ağzından çekip, ellerini çözdüm.

"Feyra iyi misin? Sana bir şey olacak diye çok korktum!" dedi. Serbest kalınca bana kocaman sarıldı. Gözlerine baktığımda gözpınarlarındaki nemlilik dikkatimi çekti. Uzanıp gözlerinden öptüm.

"Ben de seni seviyorum!" dedim kararlılıkla. Bunu ilk kez dediğimi o an farkettim.

Evdeki hareketlilikle bakışlarımı adamlara çevirdim. Ellerindeki dikdörtgen kutuyla ve paketlerle çatı katına çıkıyorlardı. Başımızda kalan iki adam ise ters ters bize bakmakla meşguldu.

"Buradan çıkmalıyız!" diye fısıldadım bir süre sonra adamların dikkati başka yöne kayınca.

"Buradan çıkmamız imkansız."

"Mete adamlar tabloyu buldu! Ve bizi öldürecekler. O yüzden acilen bir yolunu bulup kaçmalıyız."

Mete'nin endişeli yüzü bir şeyler düşünüyormuş gibi bir hal aldı. Haklı olduğumu biliyordu.

"Bak şimdi, ben lavaboya gitmek istediğimi söyleyecek ve sorun çıkaracağım. Sen de bu arada şu iri yarı olanı etkisiz hale getireceksin öbürü bende tamam mı?"

Mete bana inanamaz gibi baktı. "Feyra sen aksiyon filmini çok mu kaçırdın bu ara?"

"Benim hakkımda bilmediğin o kadar çok şey var ki" dedim tebessümle ve harekete geçtim. Beni savunma sanatlarına yazdırdığı için büyükbabama minnet duyuyordum. Cesaretimi topladım ve diğerine göre daha ufak tefek olan adama yaklaşarak,

"Tuvaletim geldi! Lavaboya gitmem lazım." dedim.

Adam beni itti, "Geç yerine otur. İstersen altına işe. Buradan bir yere gidemezsin!"

İki adamın da dikkatini üzerime çekmek için bağırmaya başladım. Aslında hem heyecandan hemde korkudan kalpten gitmek üzereydim ama eğer kaçamazsak işte o zaman öleceğimizi biliyordum.

"Bana bakın gerizekalılar! Üzerinize yapmamı istemiyorsanız çekilin de lavaboya gideyim!"

diyerek onları itmeye çalıştım. Arkadan Mete'ye yan gözle baktım. Yavaş yavaş iri adama yaklaşırken kalbim küt küt atıyordu. Adamın omzuna dokundu, adam yüzünü ona döndüğünde sert yumruğuyla adamı yere serdi. Ben de aynı anda elini silahına atan adamın elini tuttum ve kasıklarına bir tekme attım.

Mete ile aynı anda hızla kapıya yöneldik. Ben önde, o arkada dışarı çıkıp koşarken bir saniye arkama baktım. Kapıdan çıkan Frederick silahını doğrulttuğunda arkamda kalan Mete'ye durması için elimi kaldırdım.

"Mete! Hayır dur!"

dememe kalmadan silah patladı. Sesi kulaklarımda yankılandı. Nefes alamadım. Mete'nin beyazlar içindeki gömleği saniyeler sonra kana bulanınca koşarak yanına gittim. Kollarımın arasından kayıp yere düştüğünde gözyaşları içinde bağırdım.

"Hayır Mete! Hayır lütfen bana bak! Ölme, lütfen. Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Beni bırakıp gidemezsin!"

Mete, gözü yarı açık yarı kapalı bana baktı. Dudağının kenarında ufak bir gülümseme belirdi.

"Özür dilerim Feyra, seni..." nefes aldı. Öksürmeye başladı.

"Bizi, koruyamadım..!" diyerek gözlerini kapattığında öylece kalakaldım. Onu sarsmaya başladım. Uyanmıyordu! Elimdeki kanı gördüğümde bir an gözlerim karardı. Hayal meyal Frederick'in silahını bana doğrulttuğunu gördüm.

Ve gerisi, karanlık...

KORUYUCU -ANAHTAR 2- TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now