Bölüm 28

779 100 0
                                    

"Feyra Hanım? Beni duyabiliyor musunuz? Feyra Hanım..."

Kulağıma çalınan sesleri çok uzaktan da olsa duyabiliyordum. Yavaş yavaş bilincim yerine gelirken gözlerimi açtım. Beyazlar içindeki hastane odasını gördüğümde hemen doğruldum. Bu hareket başımın dönmesine neden olmuştu. Kolumda bir acı hissettiğimde sağ tarafımda asılı olan serum poşetine baktım. Sonra etrafımdaki insanlara. İkisi erkek biri kadın üç kişi vardı odamda. Tamamen siyahlar giymiş bu insanlar da kimdi ve neden buradaydı?

"Nasılsınız Feyra Hanım?" diye soran kadına baktım. Hafif aksanlı bir türkçesi vardı. Neler olmuştu? Bu insanlar kimdi? Ve en önemlisi Mete neredeydi?

Yaşadığım şeyler bir bir gözlerimin önüne geldiğinde hızla ayağa kalktım. Aniden kalktığım için başım dönmüştü. Serum beni engelleyince kolumdan söktüm ve attım. Serum iğnesinin bıraktığı izden akan kanı önemsemedim. Sinirle bağırmaya başladım.

"Siz kimsiniz? Mete nerede? Ben ne zamandır buradayım?"

Kapıya yöneldim. Neredeyse onu bulup, yanında olmak istiyordum. Kadın nazikçe kolumdan tutup anlayışla gülşmsedi.

"Feyra Hanım, tansiyonunuz düştü ve bayıldınız. Neredeyse bir gündür uyuyorsunuz. Ama şu anda da iyi görünmüyorsunuz. Lütfen yatıp dinlenin."

"Hemen o aptal çeneni kapat! Mete nerede?"

Genç kadın adamlara endişeyle baktığında içimi büyük bir korku kapladı. Gözyaşları gözlerimi yakıp yanaklarımdan süzüldü.

"O," dedim. Boğazım düğümlendi. Devamını getiremedim. Yatağa oturdum ve hıçkırarak ağlamaya başladım.

"Feyra Hanım sakin olun. Size her şeyi anlatacağız. Öncelikle yaşadıklarınız için gerçekten üzgünüz. Mete Bey şu an yoğun bakımda. Durumu biraz ağır ama iyileşecek."

"O yaşıyor mu?" dedim sevinçle ve tekrar ayaklandım. Gitmem lazımdı! Onun yanında olmalıydım.

"Lütfen oturun. Konuşacaklarımız önemli şeyler."

Kadına baktım. Aklımda o kadar çok soru işareti vardı ki burada kalıp ilk önce olan biteni anlamak daha iyi olacaktı sanırım. Oturdum ve kadının söyleyeceklerini dinledim.

"Norris'in ölümü hepimiz için büyük bir şok oldu, başınız sağ olsun. Örgüt bu ölümün kalp krizi olduğunu öğrendiğinde üzerinde bir araştırma yapmadı ama asıl meselenin ortaya çıkması gecikmedi..."

"Bir dakika ne örgütünden bahsediyorsunuz siz?"

Hiç ama hiçbir şey anlamıyordum!

"Nasıl yani, örgütten haberiniz yok mu? Norris'in size bundan bahsetmesi lazımdı. Zamanı gelmişti?" dedi adamlardan boyu uzun olan. Suratı öbür adama kıyasla daha asık ve sertti.

"Ne zamanı? Ne örgütü? Hiçbir halt bildiğim yok!"

"Pekala en baştan alalım..." dedi kadın.

Kolunu uzattı ve bileğindeki kılıç dövmesini gösterdi.

"Bakın bu kutsal kılıç, bizim yani Kutsal Kılıç Koruyucuları örgütünün sembolüdür. Bu örgüt 1800'lü yıllarda İtalya'da kuruldu. Vatikan'ın sanat karşıtı olduğu dönemlerde sanatçılar eserlerini gizli gizli yapıyorlardı. Sonra, o eserlerin kıymeti bilindi, değer gördü ama bizim müzelerde, sergilerde gördüğümüz eserlerden çok daha fazlası var. Ressamlar, heykeltraşlar ve yazarlar bütün eserlerini sadece halka yapmamıştı. O dönemde yapılan ama bilinmeyen bir sürü eserin hala günümüzde bir yerlerde olduğunu biliyor musunuz? Bu eserlerin kopyaları yok, kayıtları yok. Nesilden nesile aktarılan miras gibiler. İşte biz Koruyucular o eserleri korumakla yükümlüyüz."

Elimi durması için kaldırdım. Beynime bu bilgiler çok ağır geliyordu.

"Bizim bunlarla ilgimiz nedir?"

"1900'lü yılların başında Fransa'da ünlenen Ressam Edgard Eliot Fitzgerald yani diğer adıyla Herbert, gençken bir düşese aşık olmuş. Fakat düşesin gözü yükseklerdeymiş. Altınlar, pırlantalar ve lüks balolar... tek isteği bunlara sahip olmakmış. Ünlü bir lordla evlendiğinde Eliot'dan bir portre istemiş. Eliot seve seve kabul etmiş. Aşığına son kez doya doya bakıp ona bu portreyi çizmiş..." diyerek o zamana kadar farketmediğim duvarda dayalı olan tabloyu gösterdi.

Büyükbabamla resmimizdeki duvarda asılı duran tabloyu gördüm. Yeniden tabloyu gördüğümde bir kez daha hayranı oldum. Düşesin gözlerindeki kırışlıklar bile en ince ayrıntısına kadar işlenmişti. Başındaki tacın altın rengi sanki, gerçek altın gibiydi.

"Ama Eliot aşığına bu tabloyu vermekten vazgeçmiş. Yıllarca bu portreye bakıp özlemini gidermeye çalışmış. Ve ölürken de saklaması için de arkadaşı Mösyö Norris'e bırakmış..."

Kadının ciddi olup olmadığını anlamak isrer gibi yüzüne baktım. Gerçekten ünlü ressam Eliot büyükbabamın arkadaşı mıydı yani? En sevdiğimiz ressam! Bu, çok... inanılmaz geliyordu kulağa.

"Norris yakın zamanda sana bunu söyleyecekti. O bir Koruyucuydu Feyra. Ve sen de öylesin." diyerek söze atıldı ufak tefek ama sevimli olan öbür adam. Sesi oldukça yumuşak çıkıyordu.

"Ne?! Ben koruyucu falan değilim. Tüm bu deli saçması şeylere asla inanmıyorum! Peşimdeki adamlar kim bilmiyorum ama en yakın zamanda derdinizi polise anlatacaksınız."

Gitmek için ayaklandım ama heybetli olan adamın sert sesi beni yeniden durdurdu.

"Artık peşinde kimse yok Feyra. Örgüt onların cezasını verdi. Onlar örgütümüzden iki koruyucuyu öldürdüler! Neredeyse sana da zarar vereceklerdi."

Durdum ve olanların beynimde yer bulması için biraz kendime zaman verdim. Peki ama bizi nasıl bulmuşlardı da hastaneye getirmişlerdi?

"Bizi nasıl buldunuz?"

"Tablonun arkasında bulunan çip bize alarm verdiğinde Herbert'ın Mirası'nın tehlikede olduğunu anladık. Daha önce yetişmemiz lazımdı tamamen bizim suçumuz."

"Ben anlamıyorum. Onca adam neden bu tablonun peşine düşsün ki?"

Kadın anlayışla tebessüm etti.

"Bu tablolar yada başka sanat eserleri günümüzde çok değerli. Her şeyden önce antika. Tabi sanatsal değeri de eklenince insanlara milyon dolarlar kazandırabilirler. Ama biz o adi sanat tüccarlarına fırsat vermeyeceğiz. Asla bu eserleri ele geçirip fahiş fiyatlara satamayacaklar."

Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Başım dönüyordu. Kendimi güçsüzce yatağa bırakıp duyduklarımı hazmetmeye çalıştım. Böylesine ağır bir mirasa sahip çıkamazdım. Bunun bedelini zaten büyükbabam öldükten sonra yeterince ödemiştim. Hayatımla, sevdiğimle, hayalim olan galerimle... Artık kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. Ama bir yandan da büyükbabamı düşündüm. Bana bıraktıklarına sahip çıkamazsam onu hayal kırıklığına uğratacaktım. Küçüklükten beri sanata sahip çıkmam için beni yetiştirmiş ve bu uğurda can vermişti. Ve ben şu an hayalini bile kuramayacağım bir konumda olabilirdim.

Koruyucu Feyra Ateş...

Kendimi birden arkasından kılıçlar çıkarıp savaşmaya hazırlanan bir savaşçı olarak hayal ettim. Bu düşünceyle ufak bir kahkaha attım. Bu hissi sevmiştim. Sonunda düşüncelerimden sıyrıldım ve kadına samimiyetle baktım. Şu an istediğim tek bir şey vardı. Tüm bunları düşünmek için vaktim olacaktı. Ama şu an kalbimin acısını dindirmek istiyordum.

"Rica etsem beni Mete'ye götürür müsünüz?"

KORUYUCU -ANAHTAR 2- TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now