10. BÖLÜM

81.8K 3.4K 322
                                    

Tepsinin üzerine dizdiğim altın yaldızlı çay bardaklarının içine şakır şakır attığım çay kaşıklarıyla mutfak masasının etrafına dizilen kızlar bir anda bakışlarını bana çevirdiler. Evet şu an bunu yapmam çokta sağlıklı bir olay değildi. Çünkü yaklaşık yarım saat önce Zehra’nın görücüleri gelmiş, salona bir güzel kurulmuş, geldiklerinden beri de havanın suyun atomlarına kadar konuşulmadık konu bırakmamışlardı. Neden?  Çünkü oğlanın babası, Bekir amcanın çok yakın arkadaşı olduğu için ne yazık ki konuya pat diye girememişti. Nitekim dediğim gibi Zehra ve geldiğinde kendini tanıtmasıyla isminin Cenker olduğunu öğrendiğimiz damat (!) dışında konuşulmadık şey kalmamıştı. Mesela önümüzdeki bir hafta boyunca kar yağışı bekleniyormuş. Ya da yarın Bursa’da semt semt su kesintileri meydana gelecekmiş. Valla ben onların yalancısıyım.

En sonunda hepimize gına gelince tabi kendimizi mutfağa attık. Şimdi de Nazan teyzenin emrettiği gibi ben çaya geçtim, Nihan’la Sinem de ikram edilecek tabaklara, onların getirdikleri kurabiyelerden koyuyorlardı. Zehra ise masaya oturmuş üzerindeki kahverengi tişörtün uçlarıyla oynuyordu şuursuzca. Son söylediğim kelime mecazen değildi. Gerçekten şuurunu kaybetmiş gibiydi şu an. Ben biraz korkuyordum açıkçası.

“Oha şunun tadına baksana, içinden portakallı bal akıyor.” Sinem’in elindeki kurabiyeyi ağzına atıp, çiğneyerek kurduğu bu boğuk cümleden sonra Zehra’nın keskin bakışları bir anda onu buldu.

Farkında olmadan “Salak!” çıktı dudaklarımın arasından. Zehra zaten küplerde, bir de gök görmedik gibi onların getirdiği şeyi yiyip, üstüne onu bir de övüyorsun. Bu kız o kurabiyelerle boğmaz mı seni şimdi?

Aslında Zehra’nın endişelenmesini anlayamıyordum, kendisi de anlayamıyordu biliyordum. Çünkü Bekir amca asla kızını vermezdi kimseye. Hele ki Zehra daha okuyorken... Ben hiç ihtimal vermesem de işte.. İnsan minik de olsa kuşkulanıyordu. Şey demişti hatta Zehra; Bekir amca ‘ya en yakın arkadaşımı kıramadım, bende seni verdim gitti.’ Derse mesela. O öyle dese de ikinci bir Kerim abi faktörü vardı. Kardeşini verirlerken göz yumar mıydı hiç buna? Geldiklerinden beri bunu anlatmaya çalışmıştım arkadaşıma ama beni dinlememişti bile.

Bardakların yarısına kadar çay doldurduktan sonra, diğer yarısına sıcak su ekledim. Tam tamına içeride on iki kişi vardı, çaktırmadan saymıştım.

Arkamı döndüğümde servis tabaklarının hazır olduğunu gördüm, tarlası yanan ve şimdi ne yapacağını kara kara düşünen bir çiftçiyi andıran bakışlarla oturan Zehra’ya piştledim. Oda kafasını yerden kaldırıp bana baktı. “Bebeğim bundan sonrası sende, Nazan teyze öyle söyledi. Sen çayları al, biz de tabakları getirelim.”

Hiçbir zaman makyaj yapmadan adım atmayan arkadaşım, bugün aksine yüzüne gram bir şey sürmemişti. Üstelik çiçekli elbiseleriyle ve açık renk bluzleriyle ünlü olan arkadaşımın bugün üzerinde siyah dizleri delik deşik olmuş bir kot pantolon ve kahverengi sıradan bir tişört vardı. Şey diyordu sanırım burada damat adayına ‘oğlum bu halim benim gerçek halim, sen öyle Barbie gibi gezdiğime bakma.’ Senin o güzel ama işlevsiz düşünceni yerim.

Çocuk senin küçüklükten beri her halini biliyor, şimdi bu haline pekte kanmaz yani..

İstemeye istemeye oflaya poflaya uzattığım tepsiyi alan Zehra asık yüzüyle mutfaktan çıkıp, salona doğru ilerledi. Arkasından da biz pıtı pıtı tabaklarla ilerledik.
Salona girdiğimizde Bekir amca ve damadın babası arkadaşıyla koyu bir sohbete girmiş, deminki hallerinden şimdi eser kalmamış gibi görünüyordu. Ya Bekir amca Zehra’yı vermişti ya da konunun üstünü kapatmışlar, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyorlardı.

BADEMLİ MAHALLESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin