1.Bölüm ''Zihindeki Kral''

5.3K 259 235
                                    

Zifiri karanlık olan odamın tam ortasında yan dönmüş bir şekilde öylece uzanıyordum. Açık camdan içeriye giren Ay ışığıyla birlikte soğuk hava yırtılmış geceliğimin açıkta bıraktığı dayak izlerini yalayıp geçiyordu. Camdan içeriye dolan soğuk havanın uğultusu aslında anne ruhların, annesi için can çekişen zavallı bir yavruya yaktığı ağıtlardı. Onları bir tek ben ve zihnimdeki o kral duyabilirdi. Bu ağıtlar bedenimdeki morlukları sızlatırken zihnimde taht kurmuş olan o kralın göğsünü kabartıyordu. Yüzü olmayan, gücünü korkularımdan alan heybetli bir kraldı o. Elindeki o keskin ve parlak kılıç yeryüzündeki bütün erkeklerin varlığını temsil ederken, üstünde oturduğu gösterişli ve büyük olan tahtı benim korku dolu anılarımdan oluşuyordu.

Zihnimin içi, bütün güzelliklerin terk edilmiş olduğu betondan yapılmış bir saraydı. Üzerine karabulutların çökmüş olduğu, duvarlarında çaresizliğin izlerini taşıyan, koridorları ıssız, içi labirent gibi olan bir saraydı. O sarayın en diplerinde soğuk zindanlar vardı. O zindanlarda benim hayallerim, duygularım, mutluluğum, bütün güzel anılarım, hepsinden önemlisi ruhum orada esirdi. Onları kurtaracak tek bir şey vardı; fiziki bedenim. O da babamın esiri ve eseriydi.

Kaç saat yerde öylece kaldım, bilmiyorum ama hava aydınlanmaya başladığına göre birazdan annem kalkacaktı. Beni bu şekilde görmesini istemiyordum. Gece ağlayarak yattığına eminim, beni böyle görürse bütün gün ağlayacağını bildiğim için kendimi kalkmaya zorladım.

İlk önce yavaşça yüz üstü döndüm. Kemiklerimin çıkardığı kıtırtı sesleri bana günlerce ağrı çekeceğimin sinyallerini veriyordu. Dün akşamın izlerini taşıyan soğuk parkeye alınımı dayadım. Ellerimden destek alarak yavaşça doğrulduğumda bedenimin birçok yerinden ağrılar esir kalbime saplandı. Ağlama isteğiyle dolup taşsam da bütün gece ağlamaktan gözlerimdeki tuzlu sular tükenmişti.

Doğrulduğumda gözüme ilk çarpan yumak halinde etrafa saçılmış saçlarımdı. Başımda kalan boş yerleri varlığını belli edercesine sızladı. Yerden destek alıp kalkmaya çalıştığımda ağrılarım arttı. Umursamamaya çalışarak kalktım, banyoya girdim. Sıcak su bedenimi gevşetse de morlukları sızlatmıştı, yine de banyodan çıkarken kendimi biraz daha iyi hissediyordum.

Odamdaki ruhları kovup camı kapattım ve perdeyi çektim. Dolaptaki çekmeceyi açıp içinden her zaman kullandığım kremimi aldım. O çekmece ilk yardım malzemeleriyle doluydu, içinde aklınıza gelecek her türlü malzeme vardı.

Üstüme siyah pantolon, kahverengi bol ve kalın olan bir kazak geçirdim. Kazağın kalçamı ve boğazımı kapatmasına özen gösterdim. Kumral saçlarımı topladım, solmuş yüzümü makyajla canlandırmaya çalıştım.

Şimdi sıra dün akşamın izlerini temizlemek var. Ağrılarım olsa da eğilip yerdeki yumakları tek tek topladım, odamı düzenlemeye başladım.

Odanın kapısı yavaşça aralandığında annemin geldiğini anlayıp yatağımı düzeltmeyi bıraktım. Tahmin ettiğim gibi bütün gece ağlamıştı, gözleri bunu kanıtlıyordu. Hızla yanıma gelip sarılacakken duraksadı, geri çekildi. Sarıldığında canımın yanacağını biliyordu. Bu durum canımı daha çok yaktı. Ne kadar üzücü bir durumdu sarılmak isteyip de sarılamamak.

Yüzümü ellerinin arasına aldığında kaşları çatıldı. ''Ateşin var kızım,'' dedi endişeyle. ''Bugün okula gitme, izin al.'' Ateşimin olduğunun farkındaydım. O kadar soğukta kalınca olacağı buydu.

Gülümseyip ellerimi annemin kanatlarının üstüne koydum. ''Ben iyiyim, alıştım artık.'' Elini yanağımdan çekip avuç içini öptüm. ''Senin de alışmış olman lazım,'' çaresizliğin dolu olduğu o gözlere sular basarken ''Ağlama anne,'' dedim. ''O adamın yaptığı hiçbir şey senin gözyaşların kadar canımı yakmıyor. Ağlama, lütfen.''

ANDROFOBİحيث تعيش القصص. اكتشف الآن