Mançalı Don Kişot

2.2K 68 23
                                    

Mança ilinin küçük bir köyünde, soylu bir bey yaşıyordu. Bir rivayete göre adı Kesada, diğer bir rivayete göre de Alanso idi... Pek zengin sayılmazdı ama babasından kalan mirası, har vurup harman savurmadığı takdirde, ömrünün sonuna kadar yeterdi. Gösterişi ve lüks yaşamayı sevmezdi. Şatosunda ellisini çoktan geçmiş emektar bir kahya kadın, her işe koşturan bir uşak ve evde kalmış şapşal bir kız yeğen vardı. Aynı tencereden hem ev halkı hem de kendisi yerdi. Ev halkı dediğimiz de işte topu topu yukarıda saydığımız üç kişi idi. Diğer soylular gibi, burnundan kıl aldırmayan cinsten değildi. Köyün fakirlerine yardım eder, kapıya geleni geri çevirmezdi.       Ahırında cılız bir atı, silahlığında dededen kalma kılıcı, mızrağı, kalkanı ve çengelleri yer yer dökülmüş bir zırhı vardı. Kapısında da sıradan bir av köpeği duruyordu.

       Boş zamanlarını ava çıkarak, dostlarıyla sohbet ederek veya şövalye romanları okuyarak geçirirdi. Zamanla avdan hoşlanmaz oldu. Şövalye romanlarına daha çok vakit ayırdı. Ziyaretine gelen dostlarına okuduğu roman kahramanlarının maceralarını anlata anlata onları bezdirirdi.       Papaz Efendi, Berber Nikolas'a dert yanıyordu:

       – Azizim, bizim bey, şu kahrolası şövalye romanlarına merak saralı tuhaflaştı. Sohbeti de artık çekilmez oldu.

       – Haklısın muhterem Peder! Ben kral olsaydım, şövalye romanı yazanların hepsini ipe çektirirdim.

       Senyör Kesada, her ay şehre iniyor; çantalar dolusu kitap satın alıyordu. Öyle bir gün geldi ki, odasının her tarafı kitaplarla doldu. Okurken rahatsız edilmekten hoşlanmıyor, ziyaretine gelen dostlarını bile kabul etmiyordu. Roman kahramanları, onun nazarında dünyanın en büyük insanlarıydı. Nerede bir mazlumun iniltisi varsa orada bitiyorlar, zalimlerin tepesine demir yumruk gibi iniyorlardı. Ne yazık ki, analar artık böyle yiğitler doğuramaz olmuşlardı... Meydanı boş bulan kötü insanlar, zayıfları alabildiğince eziyor; adaleti temsil etmekle görevli hakimler, zenginlerin ve güçlülerin tarafını tutuyorlardı. Eğer, kendisini insanlığın hizmetine adamış, yiğit bir şövalye çıkmazsa; durum daha da kötüye gideceğe benziyordu.

       Bunları düşünürken, birden kafasında şimşekler çaktı: "Soylu bir geçmişim, korkusuz bir yüreğim, adaleti temsile yeterli bir aklım var! Neden bu yiğit şövalye ben olmayayım? Zalimlere haddini bildirmekten, zayıfların imdadına koşmaktan beni alıkoyan nedir?"

       Gelmiş geçmiş bütün şövalyelerin ruhunu sevince boğacak bu fikirler, bizim soylu beye öyle parlak geldi ki; kendisini tutamayıp haykırdı:

       – Titreyin ey zalimler! Sevinin bütün ezilenler! Düzeni bozulmuş şu dünyaya, "Mutlu Çağ"ı getirecek olan yiğit bir şövalye doğuyor!

       Soylu bey, kararını vermişti. Bu günden tezi yok hazırlıklara başlayacaktı. Kimseye sezdirmeden dededen kalma silahları odasına taşıdı. Onları silip parlattı. Sonra ahıra indi; atını gözden geçirdi. Bu iskeleti çıkmış, uyuz beygir, ona meşhur şövalye Amadis'in küheylanı kadar yiğit göründü. İskender'in atı bile yanında yaya kalırdı... Osmanlı Sultanı onu görse, sahip olmak için kim bilir kaç kese altını gözden çıkarırdı. Böyle soylu bir atın, herkesin dilinde dolaşan, güzel bir adı olmalıydı. Bütün isimler üzerinde uzun uzun düşündü. Kimini kısalttı, kimini değiştirdi. Nihayet, "Rosinenta" adında karar kıldı. Atına soylu bir isim bulduktan sonra sıra kendisine gelmişti. Sekiz gününü uzun bir liste hazırlamakla geçirdi. Hemen hemen hepsinin başına doğduğu ilin adını koymuştu. Çünkü bu bir şövalyelik geleneği idi... Onuncu günün akşamı şu isim ona en güzeli gibi göründü: "Mançalı Şövalye Don Kişot". Bir kaç defa tekrarladıktan sonra kulağa da hoş geldiğine karar verdi. Evet, evet... Bu, dostları sevindirecek; düşmanları korkutacak bir isimdi.

Don KişotWhere stories live. Discover now