Don Kişot'un İlk Macerası

698 37 2
                                    

Mançalı Şövalye, atının içgüdüsüne itimat ederek dizginlerini serbest bıraktı. Soylu da olsa, hayvanın gideceği yer ahırının bulunduğu köyden başka neresi olabilirdi. Rosinenta'nın köye doğru yol değiştirdiğini kahramanımız da fark etmişti. Bu gidişini hayra yorarak şöyle dedi:

– Rosinenta'm, sen benim gözümde Renand'ın Bayard'ından daha kıymetlisin! Köye doğru yönelişinde mutlaka bir sebep vardır. Bence de şimdilik işin en doğrusu, evimize dönüp şövalyelik için gerekli ihtiyaçlarımızı temin etmektir. Para, iç çamaşırları ve merhem kutusu kolay... Ama iyi bir seyisi nereden bulmalı? Papaz'la Berber bu işe asla yanaşmazlar. Baştan beri şövalyeliğe karşı olan bu adamlardan seyis olmaz...

Düşündü, taşındı sonunda seyisliğe tam lâyık birini buldu: Sanço Panza... Bu adam, aynı köyde oturan, otuzuna yeni basmış, şişman, kısa boylu, temiz yürekli, saf bir köylü idi. Her şişman gibi, uykuyu seven, fazla çalışmaktan hoşlanmayan, midesine düşkün, neşeli biriydi... Cesareti bir parça eksikti. Ancak, bu küçük ayrıntıların fazla önemi yoktu. Neticede bu adam, kahramanımıza seyislik konusunda biçilmiş kaftan gibi göründü.

Böyle tatlı hayallere dalmış giderken, ağaçların arkasından bir inilti duydu... İniltiler, çok geçmeden çığlıklara dönüştü. Don Kişot, atını sesin geldiği yöne doğru sürdü. Ağaçlıkların içine dalınca, meşe ağacına bağlanmış bir at gördü. Çığlıklar ondan gelmiş olamazdı... Dikkatle etrafı gözden geçirince, biraz ileride yine meşe ağacına bağlanmış bir delikanlı gördü. Bağıran oydu. Çığlıklar da boşuna değildi. Sağlam yapılı bir köylü, elindeki kayışı oğlanın sırtına indiriyordu.

Hem vuruyor hem de öğüt veriyordu:

– Dilini tut, gözünü aç!

Zavallı dayağı yedikçe,

– Tövbe efendim, bir daha yapmayacağım, diye inliyordu.

Don Kişot, bu manzara karşısında daha fazla bekleyemezdi:

– Be hey görgüsüz şövalye! Utanmıyor musun, savunmasız bir zavallıyı dövmeye? Atınıza binin, kılıcınızı çekin! Bunun cezasını size pahalıya ödeteceğim!

Köylü, kargısını burnuna dayamış olan bu silahlı korkuluk karşısında, neredeyse küçük dilini yutmak üzereydi. Kendisini güçlükle toparlayıp kibarca karşılık verdi:

– Sayın Senyör! İzin veriniz de şu tatsız gibi görünen durumu size açıklayayım. Ben, söylediğiniz gibi şövalye filan değilim. Ağaca bağladığım çocuk, benim çobanımdır. O kadar dikkatsiz ve vurdumduymaz bir uşaktır ki, sürümden her gün birkaç koyunu kaybeder. Bu gidişle sürüde tek bir koyun bile kalmayacak. Nasihat kâr etmeyince ben de mecburen dayağa başvurdum. Ya, efendim! Vaziyet işte bundan ibaret. Şimdi bana ne yapacaksanız razıyım...

– Sen ne diyorsun delikanlı? Efendin doğru mu söylüyor?

– Kutsal kitap üzerine yemin ederim ki yalan söylüyor, Senyör! Kendisinde birikmiş olan ücretimi vermemek için bu yola başvuruyor.

Mançalı Şövalye sinirden tir tir titredi. Adama öyle bir bağırış bağırdı ki, yer yerinden oynadı:

– Bana bak iğrenç herif! Çabuk şu delikanlıyı çöz ve parasını da hemen eline say! Yoksa yemin ederim ki, seni şu mızrakla delik deşik ederim!

Köylü, tek kelime etmeden oğlanı çözdü. Sıra para işine gelince yan çizdi:

– Pek saygıdeğer şövalye! Ne yazık ki, yanımda bir tek kuruşum yok. Andreas -demek çocuğun adı buymuş- benimle eve gelsin, bütün parasını eline sayacağım.

Don KişotWhere stories live. Discover now