Üç Bin Üç Yüz Bilmem Kaç Sopa - XIII

310 15 6
                                    

Ertesi günün sabahı, Don Kişot, şatoyu çınlatan bir sesle herkesi hayrette bıraktı:

       – Tanrı'm sana şükürler olsun! Ömrümün son saatlerinde bana aklımı bağışladın! Günahkâr biri olarak ölmeme razı olmadın.

       Kız yeğen kapıya koştu. İçeri girmeden önce:

       – Amcacığım, yardıma ihtiyacın var mı? diye seslendi.

       – Gel kızım, gel kardeşimin emaneti!

       Yeğen, korka korka kapıyı açtı. Eşikte durdu:

       – Demin ne demek istiyordunuz, efendim? Ne diye öyle avazınızın çıktığı kadar bağırıyordunuz?

       – Sevgili yeğenim, zihnim şu anda o kahrolası şövalye romanlarını okumazdan evvelki gibi temiz ve açık! Hemen koş, bütün dostlarıma haber ver! Onlara bir deli olmadığımı göstermek istiyorum. Akıllı bir insan ve şerefli bir soylu olarak öldüğüme şahitlik etmelerini arzu ediyorum.

       Yeğenin zahmetine lüzum kalmadı. Papaz, Berber ve Mektepli destursuz odaya daldılar. Onları görünce Mançalı Şövalye yatağından doğruldu:

       – Gelin dostlarım, gelin de Tanrı'nın son anda bana bahşettiği lütfa bakın! O yerin dibine batasıca şövalye romanlarının aklımda topladığı kara bulutlar dağıldı. Ben Mançalı Şövalye Don Kişot değil, herkesin saygı duyduğu iyi yürekli Alonso Kişano'yum. Kutsal dinimize aykırı olan şu gezginci şövalye romanlarının hepsinden nefret ediyorum. Aklımı başımdan alıp, bir sürü çılgınca işler yaptırdıkları için yazarlarına da kin duyuyorum. Yaptıklarımdan utanıyor, sizi de üzdüğüm için özür diliyorum. Beni bağışlayın!

       Bu sözleri dinleyen ev halkı ve üç kafadar hayretler içinde kaldılar. Geçirdiği ateşli hastalıktan dolayı ikinci bir çılgınlığa düştüğünü sandılar.

       – Nasıl olur? diye sordu Papaz Efendi. Bütün bu sözleri, tam Dulsinea'nın büyüden kurtulduğu bir sırada nasıl söylersiniz?

       – Sus Tanrı aşkına Peder! Şakanın sırası değil şimdi. Daha ciddi şeylerden bahsedelim. Aklım başımda. Ne dediğimi çok iyi biliyorum. Yaptığım delilikleri hatırlatıp beni mahcup etme! Bana son bir iyilik yapmak istiyorsanız, aklım başımda iken, noteri çağırın; vasiyetimi dikte ettirmek istiyorum.

       Mektepli Sanson'u notere gönderdiler. Bizim çömez tam şatodan çıkarken Sanço ile karşılaştı. Don Kişot'un emektar seyisi, efendisini görmeye geliyordu. Sanson, hemen ayaküstü, olup biteni ona nakletti. Sanço'da bet beniz kalmadı:

       – Eyvah, desene bizim efendi gidici! diye inledi...

       Sanço odaya girince, Don Kişot'un yüzünü bir sevinç dalgası sardı. İçeridekiler;

– İşte şimdi anlarız Don Alanso'nun akıllanıp akıllanmadığını, diye düşündüler.

       Mançalı Şövalye:

       – Hoş geldin oğlum Sanço, dedi. Çılgınlıklarımla en çok seni üzdüm... Ölmek üzere olduğum şu saatlerde Tanrı bana aklımı bağışladı. Seni evinden, karından ve çocuklarından ayırdığım; dağ, bayır dolaştırdığım için beni affet! Birazdan noter gelecek; hakkın olan ücreti fazlasıyla yazdıracağım. Ancak yine de beni affetmeni istiyorum. Zira, çılgınlıklarıma herkesten çok sen katlandın. Sen olmasaydın, o delilik günlerimde ne yapardım bilemiyorum. Ele güne rezil olma pahasına peşimden ayrılmadın...

       – Ah, benim sevgili efendim! Siz, her zaman, tanıdığım insanların en akıllısıydınız. Mançalı Don Kişot iken de Arslanlı Şövalye iken de aklınız başınızdaydı! Bana verdiğiniz o altın öğütler olmasaydı Beleşonya'yı bir gün bile idare edemezdim... Eğer Aynasız bir Şövalye'ye yenildiniz diye hayata küsmüşseniz; suçu bana yükleyin: "Beceriksiz seyis, Rosinenta'nın eyerini iyi bağlayamamıştı" deyin. Sonra şövalye romanlarından hatırlarsanız, bir şövalyenin diğerini yenmesi pek tabiidir. Bugün yenilen yarın yener. Yalvarırım size kendinizi koyuvermeyin.

Don KişotWhere stories live. Discover now