Üç Bin Üç Yüz Bilmem Kaç Sopa - II

189 10 7
                                    

Don Kişot, seyisinin yardımı ile giyindi. Kılıcını kuşandı. Dükün hediye ettiği kırmızı pelerini omuzlarına aldı. Başına da kızların elbiselerle birlikte getirdiği yeşil külahı geçirdi. Sehpanın üzerinde bulunan pahalı kokudan sürünmeyi de ihmal etmedi.

Kapıdan çıkarken, sıraya dizilmiş hizmetçiler yerlere kadar eğilerek şövalyeyi selamladılar. Aşçıbaşı koşarak geldi. Dük Hazretlerinin kendisini yemek salonunda beklediklerini bildirdi.

Sofraya beş kişilik yemek takımı konmuştu. Ev sahibi, sarayın din işlerine bakan baş rahibini de yemeğe davet etmişti. Adam, değnek yutmuş gibi dimdik oturuyordu. Kahramanımız içeri girince Dük ile karısı ayağa kalktılar. Papaz da istemeye istemeye kalkmak zorunda kaldı. Don Kişot, ev sahiplerini saygı ile selamladıktan sonra, siyahlar giyinmiş rahibe döndü. Onu da büyük bir nezaketle selamladı. Göz göze geldiklerinde, papazın kendisinden hoşlanmadığını fark etti...

Dük, baş köşeyi kahramanımıza teklif etti. Şövalye bunu büyük bir incelikle reddetti. Ancak ev sahibi fazla ısrar edince karşı koymaktan vazgeçip gösterilen yere oturdu.

Sanço, efendisine verdiği sözü unutmuş olacak ki, dayanamayıp, Dük'ten konuşmak için izin istedi. İzin verilince, kahramanımız korkudan renkten renge girdi. Eğer sofradaki soylulardan ve papazdan utanmasa, tekme tokat onu kapı dışarı ediverecekti...

– Efendilerimiz dinlemek lütfunda bulunacak olurlarsa, şu olaya benzer bir hikâye nakledeceğim... dedi ve anlatmaya başladı: Hikâye bizim köyde geçmiş olup aynıyla vakidir. Bana nakleden kişi, sözüne güvenilir dürüst biridir.

Don Kişot'un sırtından soğuk terler boşandı. Uşağını ikaz etmek için hızlıca öksürdü. Bizimki şövalyenin huzursuz olduğunu görüp şöyle dedi:

– Korkmayınız, saygıdeğer efendim! Sizi utandıracak abuk sabuk laflar etmeyeceğim. Bu konuda size vermiş olduğum sözü de unutmuş değilim...

– Ben böyle bir söz aldığımı hatırlamıyorum! dedi şövalye, ne istersen onu anlat... Dük Hazretleri izin verdikten sonra bana müdahale etmek düşmez! Ama rica ediyorum, kısa olsun!

– Anlatacağım hikâye öylesine gerçektir ki, şurada oturan efendim bile bana hak verecektir.

– Hay efendini büyücüler götürsün, e mi! Korkarım bir sürü zırvalar uydurup şurada bulunan soylu insanların başını şişireceksin!

– Başları sağ olsun ve başımızdan eksik olmasınlar! Ne demiş atalarımız: "Her gövdeye bir baş, gövdeyi de taşıyacak ayaklar lazım."

– Sanço yalvarırım, hikâyeye geç!

Dük ile karısı gülmekten kırılıyorlardı. Hayatlarını renklendiren şu iki deli ile karşılaştıklarına çok seviniyorlardı... Düşes, her fırsatta Sanço'yu korumaktan geri durmuyordu. Bu sefer de öyle yaptı:

– Rica ederim Arslanlı Şövalye, bırakınız dilediği gibi konuşsun! İnanın onu dinlemekten zevk duyuyoruz.

Dük de karısını tasdik edici sözler söyleyince kahramanımıza susmak düştü...

Sanço, her sıkıştığı yerde imdadına koşan Düşesi çok seviyordu. Ona anasından fazla saygı duyuyordu. Madem gerçek buydu, belli etmemek olmazdı:

– Ey prenseslerin en güzeli! Kraliçelerin en soylusu! Bir keçi çobanına layık olmadığı yakınlığı göstermekle alçakgönüllülükte de üstün olduğunuzu belli ediyorsunuz. Allah, Dük Hazretleri ile birlikte, size uzun ve mutlu bir ömür versin!

– Aman Sanço kardeş, bu övgülerinizi eşsiz Toboso'lu Dulsinea duymasın!

– Allah'ın lütfu boldur, iyi kalpli Senyora... Güzelliği sadece Dulsinea'ya vermedi ya! Her neyse, bu işi fazla karıştırmasak iyi olur; bakarsınız farkında olmadan bir çam deviririm... Sonra efendim de beni devirir!

Don KişotWhere stories live. Discover now