Don Kişot, Mağrip Kralı Mambrino'nun Sihirli Tolgasını Elde Ediyor

334 23 5
                                    

Bir fersah kadar yol kat ettikleri halde ikisinden de çıt çıkmamıştı. Sessizliği bozan Don Kişot oldu:

- Sanço kardeş, sana meşhur Mağrib Kralı Mambrino'dan bahsetmiş miydim?

- Bende geçmişi hatırlayacak kafa mı kaldı Senyör Şövalye! Bir "oğlum" bir "kardeşim" diyorsunuz, ben de şaşırdım neyiniz olduğumu...

- Bak Sanço! Ben ömrümde, bir sefer de olsa, hiç bir kadınla yatağımı paylaşmadım. Onun için evlât sevgisi nedir tatmadım. Seni öyle seviyorum ve kanım öyle ısınıyor ki, "Evlat sevgisi, olsa olsa böyle bir duygudur." diyorum. Sana "oğlum" deyişimin sebebi budur. Ancak, bazen aramızdaki yaş farkını unutuyor, duyduğum yakınlıktan dolayı "kardeşim" diyorum. Ama sen hangisinden hoşlanıyorsan öyle hitap edeyim.

- İkisi de güzel, efendim... Hangisiyle isterseniz, onunla çağırın.

- Ne diyordum, nerede kalmıştık?

- Mağrip kralı bilmem kimden bahsediyordunuz.

- Kral Mambrino... Onun adını öğrensen iyi olur. Çünkü, gelmiş geçmiş şövalyelerin en meşhurlarından biridir.

- Ben sıradan, keçi çobanlığından bozma bir uşağım... Şövalye değilim. Onun için de Mamarino mu her ne ise, adı bana lâzım değildir... Ne diye aklımda tutmaya çalışıp kafamı yorayım ki!

- Hay dilini eşek arıları soksun, emi! Mamarino değil, Mambrino!

- Dedim ya efendim... İsterse Dandino olsun, benim için farketmez.

- Onun dillere destan, sihirli bir tolgası vardı.

- Bundan bana ne, Senyör? Adam ölmüş gitmiş... İyi biriyse, ruhuna rahmet! Değilse canı cehenneme!

Mançalı Şövalye, Sanço'nun kayıtsızlığına ve sarf ettiği son sözlere çok kızdı:

- Seni saygısız uşak seni! deyip elindeki mızrağın sapını bizimkinin sırtına indirdi. Zavallı neye uğradığını bilemeden eşeğin sırtından aşağı düştü...

Don Kişot, hırsını alamamış bağırıyordu:

- Bu şerefli mesleğe ömürlerini vermiş soylu şövalyelere hakaret ettiğini ve onları hafife aldığını duymayayım bir daha! Yoksa anandan doğduğuna pişman ederim seni!

Sanço, büyük bir çam devirdiğini mızrağın sapını yedikten sonra anlamıştı. Tez yoldan hatasını tamir etti:

- Elinizi, ayağınızı öpeyim; beni affedin! Üst üste yediğim sopalardan sonra bende akıl mı kaldı... Yoksa, şerefli bir şövalyenin seyisi, şerefli üstatlara hiç dil uzatır mı?

- Hah şöyle! Adam gibi konuşmasını öğren!

Atından indi. Seyisini eşeğine geri bindirdi. Gönlünü almak için sırtını okşadı... Onu mesleğine ısındırmak maksadıyla fethedecekleri ülkelerden ve tabii ki bağışlayacağı adadan bahsetti.

İki dost böyle konuşurken uzaktan bir atlının -kahramanımıza göre atlı, seyise göre eşekli- geldiğini gördüler. Adamın başında parıl parıl parlayan bir şey vardı. "Şey" dedik, zira ne olduğunu bilmiyoruz...

Don Kişot, avazının çıktığı kadar, bağırdı:

- İşte içine doğmak diye buna derler, Sanço oğlum!

- Eyvah, yine bir maceraya atılacak galiba, sırtımda da sopa değmedik yer kalmadı...

- Nedir, o önceden hissettiğiniz aziz efendim?

Don KişotWhere stories live. Discover now