Üç Bin Üç Yüz Bilmem Kaç Sopa - X

168 8 6
                                    

Sanço, hacı kafilesi uzaklaşıncaya kadar saklandığı yerde bekledi. Adamlar gözden kaybolunca eşeğinin yanına döndü. Hava kararmadan geceleyebileceği emniyetli bir yer bulabilmek için acele etti. Arkadaşının verdiği yiyecekleri heybesine doldurdu. Karakaçanın sırtına atlayıp dehledi.

       Yolu sık bir ağaçlığa düştüğü zaman hava da iyice kararmış bulunuyordu. Mevsim yaz olduğundan geceyi burada geçirebileceğini düşündü. Uyuyabileceği rahat bir yer ararken eşeği ile birlikte derin bir kuyuya düştüler. Siz deyin beş, biz diyelim on metre boşlukta uçtular... Sanço neye uğradığını bilemedi. Korkudan yüreği ağzına geldi. Ancak, durum pek korktuğu gibi değildi. Eşek dibe ulaşınca, dört ayağı üzerine düşmüş, ikisinin burunları dahi kanamamıştı. Sanço, fâni âlemde mi yoksa bâki âlemde mi olduğunu kestiremedi. Vücudunu yokladı. Yarası beresi yoktu. En ufak bir acı bile duymuyordu.

       – Tamam işte! dedi, sevgili eşeğimle birlikte dünya değiştirdik...

       İnleyip sızlanmakta olan boz eşeğini teselli etti:

       – Korkma arslanım! Biz kader arkadaşı değil miyiz? Her ne günah işlemişsek, beraber işledik. Biraz sonra zebaniler gelip hesabımızı görürler... Ancak, öyle zannediyorum ki, ben senden daha fazla dayak yiyeceğim. Çünkü sen ne keçi çobanlığı yaptın, ne de ada valisi oldun...

       Eşek derin bir inilti daha kopardı. Sanço, can yoldaşının bunu kendisini teselli etmek için yaptığını zannetti:

       – Ne yapalım, başa gelen çekilir... Üzülmenin faydası yok.

       Tam bu sırada aklına korkunç bir düşünce geldi:

       – Eyvah! dedi, Efendime ve Dük'e söz verdiğim üç bin bilmem kaç sopayı ödeyemeden fani dünyadan ayrıldım. Eğer haklarını helâl etmemişlerse -öldüğümü bilmiyorlar ki nasıl etsinler- yandım demektir. Zira bu kadar sopayı zebanilerin eliyle yiyeceğim... Diğer günahlarımın bedeli olan sopaları da onlara eklediler mi, buradan dünyaya yol olur...

       Bir müddet daha eşeği ile böyle tek taraflı sohbet ettikten sonra acıktığını hissetti. Beklediği zebaniler de gelmemişti...

       – Eğer heybem ve içindeki yiyecekler duruyorsa, dünyadayız demektir... Çünkü Efendim Don Kişot, öte dünyaya giderken yanımızda bir çöp dahi götüremeyeceğimizi söylemişti!

       El yordamı ile haybesini aradı. Semerin iki yanında asılı duruyordu. Yiyecekler de içinde idi.

       – Çok şükür ölmemişiz! diyerek bir sevinç çığlığı kopardı. Ancak sevinci uzun sürmedi. İçinde bulunduğu zor durumu hatırladı...

       – Ben acıktığıma göre, eşeğim de acıkmıştır. Bu karanlık kuyuda, onun yiyebileceği bir tutam ot bile yoktur...

       Doğru söylüyordu. Yiyeceğini onunla paylaşmaktan başka çaresi kalmıyordu. Yiyeceğin yarısını, bir lokma kendisine üç lokma eşeğine düşecek şekilde, paylaştırdı. Diğer yarısını ölmeyecek kadar azar azar yemeleri gerekiyordu... Eğer birileri gelip yardımlarına yetişmez ise, açlıktan ve susuzluktan bağıra bağıra ölecekleri muhakkaktı.

       Sanço, uyku uyanıklık arasında, eşeğinin sırtında dik durmaya çalışarak sabahı etti. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte bizimkinin kalbinde bir kurtuluş ümidi doğdu. Onu ümidi ile baş başa bırakıp Don Kişot'a dönelim.

       Kedi hikayesinden sonra, Dük'le karısı bir iki oyun daha düzenlediler. Ancak, uşaklar bu işten yoruldukları için eskisi kadar rollerini iyi oynamadılar. Kahramanımızla açıkça alay ettiler. Mançalı Şövalye, kendisini sirk maymunu yerine koyan bu insanlardan nefret etti. Bir gece yarısı, bütün şato halkı uykudayken, sessizce ahıra indi. Rosinenta'sını eyerledi. Kimseye duyurmadan şatoyu terk etti...

Don KişotTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang