Üç Bin Üç Yüz Bilmem Kaç Sopa - I

229 10 13
                                    

Don Kişot önde, seyisi Sanço arkada bütün gün yol aldılar. Yeni bir macera ile karşılaşmadıkları için kahramanımızın neşesi yerinde değildi.

       – Oğlum Sanço! diye bağırdı, bugün yine macerasız geçeceğe benziyor.

       Cevap alamayınca uşağına döndü. Onu eşeği üzerinde uyuklar halde görünce çok kızdı:

       – Sanço! Bre uşakların en tembeli, uykucu şişko!

       – Eyvah, yine bir büyücü baskını mı var!

       – Keşke olsa! Sıkıntıdan patlayacağım. Gezici bir şövalye için en büyük talihsizlik, macerasız kalmak olmalı...

       Böyle söyleşip giderlerken yolları yemyeşil bir ovaya çıktı. Uzaktan sağa sola koşuşturan atlılar gördüler. Yaklaştıkları zaman bunların şahinle kuş avlamaya çıkmış kimseler olduğunu anladılar.

       Don Kişot, kendilerini büyük bir maceranın beklediğini hissetmiş, bağırıyordu:

       – Sevgili uşağım, talih yüzümüze gülmeye başladı. Yeni bir macerayı karşılamaya hazır ol!

       – Desenize, kısmette yine dayak yemek var...

       – Bu gördüğümüz insanlar, soylu kimselere benziyorlar. Kader beni onlarla karşı karşıya getirecek olursa, sen elini kılıcına atmak zorunda değilsin. Daha evvel söylediğim gibi, uşaklar soyluların kavgasına karışmazlar.

       – Gerçi kılıcım yok, ama, yine de şövalyelik töresi içinde en çok bu kaide hoşuma gidiyor... Zira oldum olası barış sever bir insanımdır. Bana tokat atana öbür yüzümü dönerim...

       – Korkak herif, kalkmış bir de iyi Hristiyan rolü yapıyorsun!

       Don Kişot atlılara iyice yaklaştıktan sonra, bunlardan birinin kadın olduğunu fark etti. Beyaz bir kısrağa binmiş olan bu güzel kadın, etrafındakilere emirler yağdırıyor; onlardan büyük saygı görüyordu. Atının eyeri ve koşumları gümüş işlemeliydi. Altın simlerle süslü yeşil bir elbise giymişti. Havada tuttuğu elinde bir çakırdoğan vardı. Asilce duruşundan, soylu bir prenses veya bey kızı olduğu hemen fark ediliyordu.

       Kahramanımız, seyisini yanına çağırdı ve ona şu emri verdi:

       – Oğlum Sanço, hiç vakit kaybetmeden, elinde çakırdoğan tutan şu soylu hanıma git, efendin Arslanlı Şövalye'nin iyi dileklerini ve selamlarını söyle! Eğer izin verirlerse, gelip kendisine saygılarımı arz edeceğimi ve ne dilekleri varsa yerine getirmeye hazır olduğumu bildir! Yalnız, dikkat et, abuk sabuk laflar edip beni küçük düşürme!

       – Elçilik görevini en iyi şekilde yerine getireceğimden asla şüpheniz olmasın, senyör... Bu ağızdan, sizi mahcup edecek hiç bir söz çıkmayacaktır.

       – Şu söylediklerinden pek emin değilim ya, haydi dediğin gibi olsun...

       Sanço, elçiye yakışır bir eda ile, üstüne başına çeki düzen verdi. Görevini yerine getirmek üzere boz eşeğini dehledi. Soylu hanımın önüne gelince karakaçandan indi. Yere diz çöküp konuşmaya başladı:

       – Ey soylu ve soylu olduğu kadar da güzel Senyora, az ileride gördüğünüz yiğit kişi, şöhreti İspanya sınırlarını aşmış, gezici şövalye Mançalı Don Kişot'tur. Övünmek gibi olmasın, ben de onun seyisi Sanço Panza'yım... Efendim, büyücüleri, devleri ve vahşi Afrika arslanlarını dize getirmiş korkusuz bir şövalyedir. Kazandığı son zaferden dolayı adı Arslanlı Şövalye'ye çıkmıştır. İlk fırsatta kötü bir kralı yenip topraklarını ele geçirmeye ve bana bir ada bağışlamaya söz vermiştir. O, sözünden dönmeyen soylu bir efendi olduğu için, şimdiden kendimi vali olmuş görüyorum... Hem başınızı ağrıtmamak hem de arslanlı şövalyeyi kızdırmamak için, bana verdiği emri iletiyorum: Eğer izin verirseniz, efendim huzurunuza gelip iyi dileklerini ve saygılarını arz edecekler... Ayrıca, varsa, düşmanlarınızla savaşıp sizi onlardan kurtarmak istiyor...

Don KişotOnde histórias criam vida. Descubra agora