Üç Bin Üç Yüz Bilmem Kaç Sopa - XI

184 10 22
                                    

Sabah tan yeri ağarırken Don Kişot kalkmış Sanço'nun odasının kapısını yumrukluyordu:

       – Kalk ey uykucu Şişko! Gün bizim günümüz. Şanımıza şan katacak büyük bir macera bizi bekliyor.

       Sanço, gürültüye uyanmış, uyku sersemliğinden kapıyı bulmaya çalışıyordu. Efendisinin sesini tanımıştı:

       – Sabahın köründe gözünüze çöp mü düştü Senyör! Nedir aceleniz? Beyaz Aynalı Şövalye, şu anda yatağında horul horul uyumuyorsa ben de ne olayım.

       – Hay sersem herif hay! Daha düşmanımızın adını doğru dürüst söyleyemiyorsun. Beyaz Aynalı değil Beyaz Aylı Şövalye.

       – Beyaz Ay, Beyaz Ayna ne fark eder? Daha yüzünü bile görmediğimiz bir adam nereden bizim düşmanımız oluyormuş!

       – A benim salak oğlum! Dünyadaki bütün kötü adamların bizim düşmanımız olduğunu ne zaman öğreneceksin!

       – Efendim, sakın iyi bir kahvaltı yapmadan şu Aynasız Şövalye'yi aramaya çıkacağımızı söylemeyin.

       – Tıka basa şişirilmiş bir mide ile kılıç sallanmaz! Elbette kahvaltı yapmadan önce düello işini bitirmemiz lazım.

       – Vallahi o sizin probleminiz, Senyör! Ben kılıç sallamayacağıma göre, iyi bir kahvaltı yapmama kimse engel olamaz... Ayrıca, boş bir mide ile iyi kılıç sallanacağı konusunda size katılmıyorum.

       Don Kişot, kapının önünde, pijamalı olarak efendisi ile çene yarıştıran seyisinin yakasına yapıştı. Onu öyle bir silkeledi ki, zavallı zelzele oluyor sandı:

       – Bir kelime daha edersen, seni elimden kimseler kurtaramaz! Çabuk, hemen giyin! Silahlarımı kuşanmamda yardımcı ol. Ondan sonra da ahıra inip Rosinenta'mı hazırla.

       – Emriniz başım üzerine sevgili efendim! Hemen giyiniyorum...

       – Aferin! Uşağım olduğunu ve her uşağın görevi gereği efendisine itaat etmek zorunda olduğunu unutma! Üç günlük bir valilik yaptın diye havalara girme!

       Sanço, hiç cevap vermeden koştu. Pijamalarını çıkardı. Bir çırpıda elbiselerini giydi. Çizmelerini ayağına geçirirken, bir asker gibi komut verdi:

       – Seyisiniz emrinize âmâdedir, Sayın Şövalye Hazretleri!

       Efendisinin silahlarını kuşandırdı. İzin isteyerek ahıra indi. Rosinenta'nın eyerini vurup koşumlarını sıkıladı. Bu arada boz eşeğine hal hatır sormayı da ihmal etmedi...

       Mançalı Şövalye aşağı salona indiği zaman Don Antonio'nun kahvaltıyı hazırlatmakla meşgul olduğunu gördü. Kendi kendine:

       – Demek ev sahibimiz de erken kalkmış, dedi.

       Karşılıklı selamlaşıp hal hatır sordular. Don Antonio, kahramanımıza Beyaz Aylı Şövalye'yi aramaya çıkmadan önce hafif bir kahvaltı yapmasını tavsiye etti. Don Kişot, kabalık olmasın diye ikramı geri çevirmedi. Bu işe en çok Sanço sevinecekti...

       Efendisinin emrini yerine getirmiş olan itaatkâr Seyis, salona girip Rosinenta'nın hazır olduğunu bildirdi. Daha kapıdan içeri adımını atarken, nefis bir kahvaltının "ye beni" diye göz kırptığını görmüş; ancak Don Kişot'tan korktuğu için sevincini belli etmekten kaçınmıştı.

       Don Antonio ile Mançalı Şövalye sofraya oturdular. Sanço, ayakta duruyor; nezaketen "buyur" edilmeyi bekliyordu. Nihayet, ev sahibinden beklediği o tatlı cümleyi duydu:

Don KişotTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon