d o k u z u n c u ❥

1.1K 200 384
                                    




🌃🌃🌃

Yetimhaneden kaçtığım (atıldığım) ilk gün Muğla sokaklarında dolaşmış ve sırtımdaki çanta ile kendime yeni bir hayat kuracağıma dair büyük hedefler kurmuştum. Kaçma planlarını hep yapıyordum, bu yüzden daima hazırlıklıydım. Sırt çantam her ihtimale karşı sırtımda olur ve içi de dolu olurdu. Yemekhaneden aşırdığım bisküviler, yetimhanenin okulunda aldığımız ilk yardım dersinde öğrendiğim tıbbi malzemeler, bir çift çamaşır, çorap ve bir miktar para. Parayı nereden bulduğum merak edilirse, ayda bir bazen iki ayda bir yetimhaneyi gezmeye gelen gönüllüler olurdu. Çoğusu zengin olup kendi çocuklarına bizleri gösterir ve yetim olmanın ne demek olduğunu o yaşlarda fark etsinler diye bizimle içli dışlı olmalarına izin verirlerdi. Üstten üstten yetim olmanın ne kadar kötü olduğunu, şayet uslu bir çocuk olmazsa anne ve babasını kaybedeceğini ve sonra da buraya düşeceğini söyler dururlardı. Artık bu şeyleri duymaya alıştığım için pek kafaya takmazdım. Dert ettiğim tek şey geride bize bıraktıkları harçlık miktarıydı. Az ya da çok fark etmeden hemen hepsini biriktirip kaçacağım güne yatırım yapıyordum. Ve bir gün bu fırsatı elde ettim de...

Kaçış çok kolay olmuştu. Şimdi yeni yeni anlıyorum ki, kolay olmasının nedeni benden kurtulmak istemeleriydi. İşlerine gelmişti. Ekmeklerine yağ sürmüştüm.

Kaçtığım ilk gün, tüm günümü Muğla sokaklarında dolanarak geçirdim. Sahip olduğum parayı sayıp günlere ayırdım. Sonra bir işe girip çalışmayı kararlaştırdım. Henüz onlu yaşlarının ilk yarısında olan birini işe almak o kadar da kolay değilmiş meğer. İlk gün karnımı bir lokantada doyurdum. Garsonlar gelip gidip yalnız olup olmadığımı sormuşlardı. Yalnızım demek her defasında ağır gelse de bunu hiç değiştirmeden gülümseyerek söylemiştim. Yalnızım. Ama kendi ayaklarımın üstüne durabilirim. Bak, yemeğimi de yedim. Karnım tok, mutluyum ve kimseye muhtaç değilim. Ama onlar sürekli yalnız olamamam gerektiğini, gelecek bir ailem olması gerektiğini, benim yaşımda çocukların tek başlarında dışarıda olmamaları gerektiğini söyleyip duruyorlardı. Yok diyordum her defasında. Gelecek kimsem yok.

Lokantadan çıkıp çarşı pazarda keyifle gezmiştim. Çeşit çeşit elbiseler dikkatimi çekse de yaptığım plana göre şimdilerde alınacak şeyler değildi, biliyordum. Ara ara yaşıtlarımın anne babasının elini tutarak gezen çocuklar gördüğümde içim cız ediyordu. Böyle kocaman bir yumru boğazıma saplanıyor ve inmek bilmiyordu. Midemde tuhaf bir ekşime oluyordu ve defalarca kez kendime ne yapıyorsun sen diye soruyordum. Bu öyle herkesin anlayacağı türde bir şey değil. Kendi ailesine sinirlenip geri döneceğini ya da birilerinin gelip onu eve geri getireceğini bile bile evden kaçmaya benzemez. Bu, gelecek kimsenin olmadığını bile bile kaybolmaktır. Kaybolduğunun farkında olmadan kaybolmak...

O gün gece vakti olduğunda bir hüzün çökmüştü. Çünkü nerede kalacağımı hesap etmemiştim. Çocuk aklı işte. Bir otel odası kiralayacak param yoktu. Olsa da hepsi bir anda derdi. Aklıma ilk önce parklar geldi. Ilık yaz akşamlarının geçtiği parklar uyumak için güzel bir yer olurdu doğrusu. Gittim de.

Kendime bir bank ayarlayıp uzandığımda rahat gelmişti başta. Tahtanın sert yüzeyi vakit geçtikçe hissedilmiyor rüzgarın tatlı dokunuşları uyku için hazırlık yapmama neden oluyordu. Ama sonra sarhoşlar doluştu başıma. Çocuk halimle o kadar korkmuştum ki kendimi nasıl oradan attım bugün bile hatırlamıyorum. Sonra yeniden sokaklarda gezmeye başlamıştım. Vakit gece yarısını geçtikten sonra ıssız sokaklarda gezmek asla keyif veren bir şey değildir. Dışarıya yansıyan evlerin ampül ışıkları, içerideki ailelerin mutluluk dolusu sesleri, hayvanların bile kendine ait yuvalarda olmaları, beni ne kadar kötü hissettirmişti anlatamam.

HAYATTA KALMA SANATIWhere stories live. Discover now