o n u n c u ❥

832 141 196
                                    




🌃🌃🌃

Hastane çıkışı biraz daha iyi hissettiğim dizimle hızla yürürken elimdeki adrese bakmaya devam ediyordum. İşlek bir caddedeydi ve bir hayli de yakındı. Yine de uzun süre insan görmediğim için toplu taşımaya binme kararı aldım. Tramvay durağına geldiğimde dizlerime kadar uzanan bez çantam ve siyah askeri botlarıma baktım. Çoğu vaktim evin içinde geçtiği için bunlar neredeyse hiç eskimiyordu. Tabii işlerin kesat gittiği ve köstebeklik yapacağımız evler bulamadığımız zamanlar müstesna.

Kendisinden önce gelen rüzgar ile sallanan saçlarım tramvayı görünce duraksadı. Ilık bir hava vardı ve insanlar mutluydu. Durakta tek yalnız kişi bendim. Ellerim ceketimin ceplerinde sağa sola bakarken tımarhane kaçkını gibi hissediyordum. Böyle durumlarda bir veya iki kere "Ne yapıyorum ben böyle? Neyle uğraşıyorum? Amacım ne? diye sormuşluğum var kendi kendime. Mantıklı bir cevap alamamam bir yana hüzünle iç çekip omuzlarımın düşmesinden sonra yeniden devam ediyorum her defasında. Bir amacım yok diye geçirdim içimden tramvaya binerken.

Hayatta kalmaya çalışıyorum o kadar.

Birçok boş koltuk olmasına rağmen kapı tarafındaki köşeye yaslanıp kollarımı önümde bağladım ve hareket eden tramvayla sallanmaya başladım.

"Dünyada her on çocuktan sekizi sefalet içinde büyüyor. Çoğu sokaklarda kendine bir yer bulmaya çalışıyor, çoğusu da bu zalim dünyaya dayanamayıp erkenden ölüyor. Devletlerin tüm çabalarına rağmen gayrı meşru çocuklar ya da kendi aileleri tarafından vahşi ortama bırakılan çocukların önüne geçilemiyor."

Tramvayın tepesinden sarkan küçük ekranlı televizyonu asırlardır ekran görmeyen bir göz gibi izledim. Haber izlemeyeli de çok olmuştu, kendi kimliğimi başkası tarafından işitmeyeli de. Ben de bir sokak çocuğuydum. Sokak evi olan, evini sokak belleyen, sokaklarda hayata tutunmaya çalışan bir çocuktum.

"Gerçi artık çocukluğum kalmadı ya neyse," diye geçirdim içimden.

Kendi kendime konuşmaya başlayınca işler kötü gitmeye başlıyordu. Bu, dış dünyadan tamamen silikleştiğim ve içime kapandığım anlamına geliyordu. Genelde köstebek olduğum aile beni çok etkilediğinde böyle oluyordu. Kıskanırsam, özenirsem ya da ne bileyim onlar gibi yaşamak istersem kendi kendime içimde biri daha oluşuyordu. Şizofren gibi değil ama çift karakterli gibi de değil. Tuhaf bir his. Bu sesler bir başladığımı susmak bilmiyordu. İşte o zaman evi değiştirme vaktim gelmiş oluyordu.

Sesler beni rahatsız edene dek beklemeyi düşünüyordum çünkü Tan, Beyza ve Barbaros üçlüsünün gerçek ilişkisini ve geçmişini merak ediyordum. Ya şimdi köstebeklik yaparken öğrenirdim ya da pişman olurdum biliyordum. Aklımın bir köşesinde takılı kalırdı onların gerçekliği.

Tramvay istediğim durağa gelince indim ve Tan'ın şirketine baktım. Büyük, büyük hatta devasa bir yapıydı.

"Kuvars grup."

Şirketinin ismi buydu. Dış cephesi altın gibi parlayan bir metalden yapıldığı için gün ışığını tamamen yansıtıyordu. Göz alan bu parlaklığı gidermek için elimi gözlerimin üstüne koyup baktım ve bir de ıslık çaldım.

"Vay be! Böyle bir yerde çalışırsam benim de yüzlerce şampuanım olur banyomda."

Şimdi daha iyi anlıyordum zenginliğinin düzeyini.

"Karun gibi züppe."

Elimi yeniden cebime koyup şirkete doğru yürümeye başladım. Döner kapıdan geçip içeri girdiğimde girişlerin güvenlikle dolu olduğunu gördüm. Çalışanlar kendilerine ait kartla geçiş yapıyordu ve randevusuz kimse de giremiyordu. Ortada öylece dururken yanımdan hoş bir kadın geçti. Diz kapaklarının üstünde biten pembe tüvit eteği, pembe tüvit blazer ceketi ve hoş kahve saçları ile topuklu ayakkabısının çıkardığı tıkırtı seslerini önemsemeden yürüyordu. Sol elinde tuttuğu kahve bardağı, sağ elinde tuttuğu pahalı çantası ile tamamen buraya uygundu.

HAYATTA KALMA SANATITahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon