Despair

4.6K 276 213
                                    

Harry'nin Gözünden:

Nereye olduğunu bilmeden öylece yürürken sonunda kalabalık bir caddeye ulaşmıştım. İnsanların arasından geçip açık olan büyük bir markete girdim. İçki reyonuna doğru ilerledikten sonra 2 şişeyi bir elime, diğer şişeyi de diğer elime alarak 3 şişe biranın fiyatını ödedikten sonra vakit kaybetmeden dışarı çıktım.

Yine nereye yürüdüğümü bilmiyordum. Eskiden de canım sıkkın olduğu zamanlarda yalnız kalmak için gittiğim deniz kenarı sakin ve ıssız bir yerim yoktu. Ben çaresiz hissettiğim her an, soluğu Louis'nin yanında alırdım. Benim huzur bulduğum limanım oydu.

Kötü olan da buydu işte. O beni kendine öyle çok alıştırmıştı ki, onsuzlukta ne yapılır bilmiyordum.

Öfkeliydim. Yine ve yine.

Yürümeye devam ederken yol ayrımına geldiğimde insanların az olduğu sokağı gözüme kestirdim. Etrafıma bakınarak ilerlerken boş ve sessiz bir yer arıyordum. Sonunda iki apartmanın arasında kalan dar ve çıkmaz bir boşluğa girdim. Sırtımı duvara yaslayıp soğuk beton zemine oturdum. Kafamı yukarı kaldırarak arkaya yasladım. Gözlerim kapalıydı. Derince nefesler aldıktan sonra yavaşça gözümü açtım. Uzun iki binanın ucunda çok az da olsa gökyüzünü görebiliyordum. Ay gözükmüyordu fakat yıldızlar hala oradaydılar. Burası rahatsız ediciydi. Depoya gitmeyi düşündüm ama Louis beni orada bulabilirdi. Bense bu kafa karışıklığında kimseyi görmek istemiyordum. En çokta onu. Kucağımdaki şişeleri alıp yanıma koyarken birbirlerine çarparak ses çıkarttılar. Hafif bir rüzgar süpürüp geçti yeryüzünü, vücudum ürperdi. Ne kadar aciz olduğum bir kez daha kazındı beynime. Ne kadar yalnız olduğum, ne kadar çaresiz olduğum varlığını ısrarla hatırlattı. Oysa gerçekten denemiştim. Değişmeyi ve güçlü biri olmayı... Belki öyleydim. Tex ve Lindsay yanımdayken veya okuldakilere karşı. Peki şuan ne kadar cesurdum? Ne kadar güçlüydüm? Yaptığım tek şey kendimi kandırmaktı. Haftalardır her gün aynı boktandı. Her şey tekrarlanıyordu. Sabah kalkıyordum, bilincim yerine geldiği an ilk hatıram O oluyordu. Gözlerimi kapatıp tekrar uyumaya çalıştığımda 4 yılın her anını tekrar yaşıyordum. Düzgün bir uyku çektiğim de söylenemezdi zaten.

Merak ettiğim bir şey vardı. Hayattaki en kötü anılarınız bile bir süre sonra unutulur ve siz tekrar gülmeye başlardınız. O gün ne zaman gelecekti? Aslında... Gelecek miydi? Bu öyle bir şeydi ki gerçek olup olmadığı hakkında asla emin olamıyordum.

İlk şişenin sonuna geldiğimde kalan sıvıyı kafama dikip şişeyi büyük bir hızla karşıdaki duvara fırlattım ve büyük bir gürültüye kırılmasına şahit oldum.

"Sikeyim!"

Tamam hiçbir zaman şanslı bir çocuk olamamıştım ama Louis'le tanıştığımda bunu yıktığımı düşünmüştüm. Hayattaki en büyük şanssızlığımı, en büyük şansım sandığım şeyden yaşayacağımı nereden bilebilirdim ki? Sadece kör bir aptaldım.

Ben onu dünyadaki en büyük şansım ilan etmiştim çünkü Tanrı bana beni anlayabilecek birini göndermişti.

Bizim yaralarımız aynı yerdendi. Babalarımız pisliğin tekiydi.

Ailesindeki tek erkek olarak erken yaşta fazla yükü omuzlamıştı. Bakması gereken bir annesi ve bir kız kardeşi vardı. O tıpkı benim gibiydi. Ama biraz daha şanslı.

Dan hayatlarına girdiğinde o rahatlamıştı. Louis hayatıma girdiğinde ben rahatlamıştım.

İşte benden daha şanslı olduğu kısım burasıydı. Dan hala onlarlaydı ama Louis hayatımı sikip gitmişti.

"Peki en sevdiğin renk ne?"

Bana alaylı gözlerle baktı.

"Bu ne işine yarayacak ki?"

TOUCH THE SKY (LARRY STYLINSON)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن