BİRİNCİ BÖLÜM

140 4 0
                                    

Bölüm şarkısı; Dalida - Histoire d'un amour
Nükleer Başlıklı Kız - Beni Hatırla

PEMBE KARANFİLLER MEVSİMİ | BİRİNCİ BÖLÜM

Bulutlar bir fırtınaya yakalandığında olduğundan daha hızlı hareket ederdi, birbirine karışır, yok olur ya da yeni bir buluta dönüşürdü. Bir fırtınanın ortasında kendisinden eksilterek çoğalırdı. Küçük balkonumda oturmuş sağanak yağışı izlerken birden aklıma gelmişti. Birden bire yağmurun ortasında gökyüzünde oradan oraya sürüklenen bulutları kendime benzetmiştim. Başıma öyle bir şey gelmişti ki kendimi kendimin fırtınasının tam ortasında bulmuştum.

Altı ay... Çok değil, altı ay içinde hayatım yerle bir olmuş, öncekinden çok daha uzak bir noktaya gitmiştim. Yirmi yedi yıllık hayatım boyunca tüm yaşadıklarım belli bir sırayla olmuştu. Güzel bir çocukluk geçirmiştim, okul hayatımda hiçbir sorun yaşamamıştım. Üniversite sınavında yüksek bir puan alarak hayalini kurduğum bölümü kazanmıştım. Altı yıllık üniversite hayatım da hayatımdaki her şey gibi çok yolunda gitmişti ve başarılı bir şekilde mezun olmuştum. Hep hayal ettiğim gibi doktor olmuştum. Asistanlığım ise bir noktaya kadar o kadar güzel gidiyordu ki. Ta ki altı ay öncesine kadar...

Bundan beş yıl önce, henüz üniversitenin dördüncü yılında, kalbiyle ruhuyla o kadar iyi bir adamla tanışmıştım. Rüzgar... Hani ruh eşi tabiri vardır ya Rüzgar'ın da benim ruh eşim olduğunu düşünüyordum. Kimse beni anlamıyorken sadece o beni anlardı, kimseyle konuşmuyorsam bile gider onunla konuşurdum. Onu gerçekten seviyordum. O da beni seviyordu. Yani sanırım... İnsan kendi duygularıyla ilgili çok kesin konuşabiliyordu ama karşısındakinin duyguları sadece hissettirdiklerinden, gösterdiklerinden ibaretti. Rüzgar ile ikinci yılımızın sonunda nişanlanmıştık. Ben yeni mezun olmuş ve mecburi hizmetimi yapıyordum, her şey de zaten nöbetlerimin ardı arkasının kesilmemesiyle başlamıştı. Ben şikayetçi değildim ama Rüzgar'a o kadar az zaman ayırmaya başlamıştım ki ona kötü hissettiriyordum. İsteyerek değil ama... Ben istemez miydim öyle olmamasını?

Onun da bir sabır taşı vardı ve dayanamadığı yerden çatlamıştı. Her neyse... Ayrıldığımız gün, bundan altı ay önceydi. Bir ocak ayıydı, önceki akşamından lapa lapa karın yağdığı, ertesi gün yolların buz tuttuğu bir gündü. Yanından ayrıldıktan bir süre sonra yolda giderken arabam kaymış, karşı şeride karışmıştı ve ciddi bir kaza geçirmiştim. Yaşıyordum hâlâ, bir şekilde. Kaza sonucunda omurgamda oluşan zarar ve kazanın bana getirisi olan bir tekerlekli sandalyeyi saymazsak.

Oscar Wilde yaşamak ve var olmanın farklı şeyler olduğunu söyler. Yaşamak nadir bir şeydir ve çoğu insan sadece var olur. Ben kazadan öncesine kadar yaşıyordum, öyle yaşıyordum ki evet, ilişkimde sorunlarım vardı; evet, işimde aşırı yoruluyordum ama bunlar bana bir şekilde bir yaşama amacı veriyordu. Böyle yaşadığım için mutluydum ki yaşamak da bu değil midir? Şimdi ise hayattaydım ama yaşamıyordum. Vardım, nefes alıyordum ve bu kadardı her şey.

Kazadan sonra doktorluğu bırakmam gerekmişti. Yürüyemiyordum, ellerimi tam olarak kullanamıyordum. Ciddi anlamda fizyoterapiye ihtiyacım vardı. Ama bunu kabullenmek benim için oldukça zordu. Üstelik yanımda bana destek olan Rüzgar da yoktu. Onun ne kazadan ne de benim halimden haberi vardı. O günden beri ondan haber alamamıştım. O zor günlerde ise yardımıma en yakın arkadaşım Çiğdem yetişmişti. Tedaviyi reddediyordum ama o beni ikna etmişti. Bittiğini düşündüğüm hayatıma devam etmemi sağlamıştı.

Şimdi ise güncel olarak durumumda gelişme vardı. Yine de biraz daha zamana ihtiyacım olduğunu biliyordum. Her şeyin bir anda olmayacağını, her şeyin bir anda uçup gittiğinde, enkaza dönüştüğünde öğrenmiştim. Hayatımın en zor günleriydi, ayrılığıma bile üzülemeden dünyam başıma yıkılmıştı. Ama ben zamanla başıma yıkılan dünyamı yeniden tamir etmeyi de öğrenmiştim. Sonuçta her son yeni bir başlangıçtı, öyle değil mi?

PEMBE KARANFİLLER MEVSİMİWhere stories live. Discover now