-V- Ruhlar Ve Soytarılar

2.7K 155 83
                                    

?,?,?

Gözlerimi açtığımda bulunduğum ortamı garipsedim. İlginç bir şekilde ayaktaydım, ayağa kalkmamış, hatta gözlerimi daha yeni açmış olsamda. Ayriyetten, vücuduma çarpan herhangi bir esinti yoktu, saçlarım bile uçuşmuyordu ama soğuktan donmak; hissettiğim rüzgardan uçmak üzere gibi anımsadım kendimi.

Etrafımı görmeye çalıştım ama çok karanlıktı. O kadar karanlıktı ki, gözlerimi kapatmam ve açmam arasında fark yok gibiydi. Ancak arka tarafımdan yavaş yavaş bir ışık yükseldiğini, önüme düşen gölgemle anladım. Kafamı çevirerek, arkamda yükselmiş olan sarı-beyaz aya baktım. Nerede olduğumu anlayamadığım bir yerdeydim ve ayaklarımın altındaki sert zemini hissedemiyordum. Işık geldiğinde fark ettiğim duruma karşın göz bebeklerim büyüdü.

Çırılçıplaktım.

Vücudumun belli yerleri ışıktan dolayı parlıyordu ve belli yerleri karanlıkta kalmıştı. Uzun siyah saçlarım, vücudumun etrafını örtmek istercesine iri ve dik göğüslerimin önüne gelmişlerdi.

Etrafım sis mi, yoksa duman mı olduğunu anlayamadığım bir tabakayla kaplıydı ve bulutlar üzerinde gibi hissediyordum kendimi. Sanki gerçek değilmiş gibi duruyordu ay, gökyüzü kadar sınırsız değildi üzerim.

Ancak görülen siyah sonsuz duruyordu.

Etrafıma tekrar bakındım ve o sırada nefes alıp, vermediğimi anladım. Vücudum benim isteğim dışı hiçbir hareket ve eylem gerçekleştirmiyordu.

Sanki ölü birini kukla gibi oynattığımı düşündürdü bu bana, ölü bir bedeni.

Bu düşünce içimi üşüttü, beni ürküttü. Çünkü beden benimdi ve öldüğümü düşünmek korkutuyordu. Daha yapmak istediğim çok şey, kazanmak istediğim çok savaş; öğrenmek istediğim çok büyü vardı. Bir D seviye olarak, içtiğim basit iksirler yüzünden ölmüş olmak...

Başıma gelebilecek olan en kötü ve seviyesiz ölüm şekliydi.

Yürümek istedim, ancak bacaklarımı nasıl hareket ettirebileceğimi anlamadım. Oynatmak istediğimde belli bir komuta yoktu sonuçta, zihnim ve beynim birbirleriyle anlaşarak hüküm sürüyorlardı. Ama şimdi, sanki başka birinin iznini beklermişçesine bedenim onay bekliyordu.

Ve ben, o onayı nasıl verebileceğimi bilmiyordum.

Ellerimi oynatmak istedim, ancak başaramadım. Sadece kafamı hareket ettirebiliyordum. Bu durum beni çok korkuttu. Vücudumu hissedememek, ve oynatamamak beni gerçekten çok korkuttu.

"Tanrım, neler oluyor böyle?" dedim ancak sesim bana bile yabancı geldi. Kelimelerimin bazıları kısık bazıları yüksek bir ses tonuyla çıkmıştı. Fısıltı gibi duran sesin yankılandığını sandım bir an ortamda. Anlayamadım.

"Sen de kimsin?" gelen sesle vücudumun her bir hücresi titredi. Aynı kendi sesim gibi kelime kelime azalıp yükselen, daha korkunç fısıltılı bir hırıltı gibiydi bu ses. Öyle bir sesti ki, sanki dört bir yanımdan gelmişti.

Korktuğum için alt dudağım titremeye başladı. "Ben Lucia, siz kimsiniz?" dedim ince tutmaya çalıştığım sesimle.

Çok korkuyordum, lanet olsun büyülere ve büyücülere! Nereye düşmüştüm ben böyle?

Cevabıma ve nitekim soru olan cümleme belli bir süre yanıt gelmedi. Oluşan sessizlik beni daha da korkutmaya yetmişti.

Ardından nefes almaya benzer bir ses duydum ancak bu gereğinden fazla uzun sürmüştü. Ses, tekrardan yankı gibi gidip gelince gözlerimi kapattım.

Neden bu duruma düşen kişi ben olmak zorundaydım? Neden bu kadar çok korkmalıydım? Neden biraz daha güçlü olamıyordum?

Ses yükselmeye başlayınca istemsizce gözlerimi açıp neyle karşılaşacağımı görmeyi bekledim. Etrafımdaki sis belli bir yöne doğru hareket ediyordu. Karşımdaki bir şeyin etrafında toplandıklarını anladığım sırada küçük bir pat sesiyle dağıldılar. Dağılan sisin ortasından ise bir kadın çıktı. Kadında ilk dikkatimi çeken şey yüzü olmuştu. Çünkü ikiden fazla gözü vardı. Kaşlarının üzerinde, gözlerinin altında normal olan iki gözünden daha küçük gözleri vardı. Uzaktan saydığımda bile 20'ye kadar seçebilmiştim. Yüzündeki bu ayrıntılar (!) onun tüm tatlılığını tamamiyle bozmuştu.

 Büyücü Where stories live. Discover now