-VIII- Kandırıkçılar Ve Tiyatrocular

2.3K 234 75
                                    

Raskal'ın İksir Dükkanı, XXI yy.

  Sevdiklerimize bazen yeteri kadar onları sevdiğimizi söyleyemeyiz. Çocukluğumuzdan beri hissettiğimiz bu eksikliği, başkasına yaşatıyor olduğumuzu anladığımızda ise içimizi pişmanlık ve üzüntü sarmaya başlar. Her nefeste artan bu karamsarlığın altında ezildiğimizi hissederiz. Ancak bu zinciri kıramayacağımızı düşünürüz. Çünkü hiçbir zaman, büyüdüğümüzü tam olarak kabul etmeyiz. Her zaman yaşadığımız travmaların arkasına saklanır ve de onların düzelmesini bekleriz. Ancak ne zaman, bir başkasına da bu travmayı yaşatabilecek davranışlar sergilemeye başlarız; işte o zaman anlarız büyüdüğümüzü.

Eksik büyümenin zorluğu çevreyi görünce başlamaz belki. Ancak, çevreyi gördüğünde fark edersin eksik olduğunu. Diğerlerinden farklı olarak bir parçan eksiktir ve insanı üzen o parçanın eksik olması değil; tam olduğunda ne hissedeceğini, neyin farklı olacağını asla deneyimleyemeyecek olmaktır. Hoş, insan büyür, gelişir. O hissiyatı verebilecek şeyler koyar o boşluğa. Bir nevi doldurur da aslında. Ama hiçbir zaman tam olarak onu yaşayamaz. Her zaman özenir tam olanlara. Belki de sevdiklerini bile kıskanır, imrenir. Ancak bir süre sonra, başkalarına karşı olan o imrenme; hasete dönüşür.

Çünkü insan, insandır ve doğaldır; asla yaşayamadığı ve asla yaşayamayacağı bir hissiyatın hasretini çekebiliyorsa, haset de edebilir aynı zamanda.

En azından ben, çok küçükken böyle hissediyordum. Akademideki çocukların her aile ile görüşme zamanında haset ettiğimi, ailelerinin onları almaya geldiğinde bana da gülümseyerek el salladıklarını hatırlıyorum da, ne çok ağlardım o zamanlarda tek uyumak zorunda olduğum odada!

Oysaki bir odada dört kız kalırken, hep tek uyumak ve yalnız kalmak isterdim. Görüşme günleri ve özel günler geldiğinde ise, tek kaldığım için ağlardım. Çünkü beni hiçbir zaman özleyecek bir ailem, sevdiğim yemeklerle donatılmış bir masa, sıcak gülümsemeyle etrafımı çevreleyen insanlar, neler yaptığımı merak eden ebeveynlerim olmayacağını anlardım. Hep sorardım tanrıya, neden ben, neden bir başka kız çocuğu değil, diye. Sonradan anladım ki, benim sahip olduğum şeylere de özenen ve kendine aynı soruları soran başka çocuklar da vardı Dünya'da.

Büyüyünce fark ettim soruların anlamsızlığını. Sonuçta, hiçbir tiyatroda karakter sormazdı yazarına neden böyle bir rol verdiğini. O yüzden ben de tanrı ile konuşmayı kestim ve ona sırtımı dönerek kendi karakterimi yaratmak istedim. Kaçtım beni tanrıya yönelten ve bu soruları düşündürten akademiden.

Sonraysa, Raskal ile karşılaştım.

Kaçtığım ilk gün, akademinin bulunduğu coğrafi konumundan dolayı kar yağıyordu. Esen rüzgarlardan beni koruyamayacak olan siyah tül elbise, soğuğa karşı beni dirençsiz bırakıyordu ancak yalpalasam da koşarken; durmuyordum ve arkama bakmıyordum. Çünkü yakalanma korkusu, beni ölmekten daha çok korkutuyordu.

Akademi, engebelli bir ormanın içinde kalıyordu. Bunun sebebi kullanılan enerjinin diğer tüm yapay enerjilerden arınarak, doğal kalması istenmesiydi.

Elbette bu açıdan mantıklıydı, ancak kaçmak için hiç de güzel bir mevkide değildi.

O gün yeterince koştuğumu, ormandan çıktığımda anlamıştım. Ormandan çıktığımda birkaç saat daha önümü göremeyerek ilerledim. En sonunda, etrafı çitlerle kaplı fakir bir yerleşim yerine denk gelmiştim. Ancak hatırladığım ilk zamandan beri akademide olduğum için, oraya gitmek beni çok korkutmuştu. Bu yüzden içeri girmeyerek çitlerin altına, karın üzerine yatmıştım.

Vücudum çok yorulduğu için ne kadar üşüsem de, uyursam herşeyin düzeleceğini düşünerek gözlerimi yummuştum.

Aslında herşey böyle olsaydı, yüksek ihtimal şu an yaşadığım hiçbir sorunu yaşıyor olmazdım. Çünkü ölmüş olurdum. Ancak yerleşim kasabasına başka bir şehirden doktor olarak gelen iyi kalpli biri, tam gideceği sırada beni görmüş ve soğuktan hastalanmış bedenimi iyileştirmek için biraz daha orada kalmıştı.

 Büyücü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin