-XV- Kediler Ve Fareler

1.9K 183 79
                                    

Seven ve sevilen, nefret edilen ve nefret eden, korkan ve korkutan...

Sevilen korkuturdu kendisini seveni ve sevmezse karşındakini, ederdi en büyük nefreti.

Seven ise korkardı yaklaşmaya ve istemezdi sevdiğinden uzaklaşmayı. Edilirdi bu yüzden en büyük nefret sevene, çünkü o hiçbir zaman olamazdı sevilenin sevdiği. Eksik görülen, acı duyan her zaman seven olurdu ve zaman zaman suçlanan. Çünkü kolayı buydu. Sevilen insanlar, kendilerini sevenlerin, sevdikleri insanlar gibi olmalarını isterlerdi. Belki de bu yüzdendi nefretleri çünkü gerçekte yetersiz olanlar onlardı, onlardı eksik olan ve sevilmeye değer olmayan...

Ama insan, insandır ve doğaldır, doğadan geleni reddetmek de insana özgüdür ve insan asla olamaz bu yüzden özgün.

Hayat yaşamayı değil, yaşayanları ve yaşananları öğretirdi bize. O yüzden değil miydi, okullarda sayfa sayfa öğretilen bilgilerin geçmişten gelmesi, değil miydi önceden yaşananı aktarması ve tekrarlanmaması?

Dünya size gruplar sunardı ve sonra, sizin seçim hakkınız, derdi. Ancak hangi gruba ait olduğunuz, hangisine geçebileceğiniz bile önceden belirlenirdi.

Soylu doğarsan ya soylu ölürsün ya kaçak olarak. Kaçak olarak doğarsan ya kaçak olarak ölürsün ya da katil olarak. İnsan olarak doğarsan ya insan olarak ölürsün ya da kaçak olarak...

Benim de çok fazla seçim hakkım yoktu, olanları da ben denemiştim zaten.

Şimdi ise önünde durduğum bu kule, bana tek seçim hakkımın o olduğunu söylüyordu.

İlk geldiğim zamana göre sisler gitmiş, hava daha temiz duruyordu. Ancak etrafını çerçeveleyen ağaçlar hala aynı cansızlığa sahipti. Merdivene doğru yavaşça adımlarken, üzerindeki ölü farenin hala orada olduğunu görmek midemi bulandırmaktan çok belli belirsiz gülümsetmişti beni. Bu yüzden adımlarım daha da yavaşlamıştı merdivenden çıkarken.

İlk geldiğim zamanki gibi rüzgar sertçe esmiyor, sanki eski bir tanıdıkla karşılaşmış gibi yüzümü okşuyordu. Sanki, gelmemi beklemiş gibi; geleceğimi biliyormuş gibi...

Bu düşüncenin verdiği rahatlıkla beraber derin bir nefes alarak kapıya yaklaştığımda, büyünün artık kalktığını biliyordum ancak yine de kapıdaki sembollere bakmaktan alıkoyamadım kendimi.

Küçük, tek kanatlı ejderha sembolü, ters asılan adam, yanan ateşi kucaklayan insan...

Ellerimi semboller üzerinde gezdirirken, son sembolde oyalandım. Şeytanı kabul etmek, içine almak...

Aynı Regina ile yaptığım anlaşma gibi.

Yüzümdeki gülümseme silinirken elimde yavaşça düşmüştü. Birkaç saniye sonra gözlerimi hızlıca kırpıştırarak derin nefes aldım ve omuzlarımı dikleştirdim.

Pekala, şimdi bunun sırası değildi.

İki elimi öne kaldırıp, ağır kapıyı yavaşça ittirdim. Şimdiden hızlanmaya başlayan kalbim, heyecanlandığım için mi yoksa korktuğum için mi bu şekilde atıyordu bilmiyordum ama içimde kötü bir hissiyat yoktu. Kapı sonunda açıldığında, içerisi ilk defa gözüme güzel gözükmüştü. İlk defa iğrenerek yahut korkarak ürkmemiştim sahip olduğu karanlıktan.

Derin bir nefes alarak bir iki adım attım ve etrafa göz gezdirdim. Hala eskiydi herşey ve örümcek ağları daha da artmıştı. Simon'un barından ise, hala çok daha kötü kokuyordu.

Kafam istemsizce yukarı kalktığında ise, avizeyi gördüm.

"Ve lanet avize," nefesim kesildi, "benim aksime sen hala sağlamsın."

 Büyücü Where stories live. Discover now