-XIV- İki Taraflı Madalyonlar Ve İki Yüzlü İnsanlar

1.4K 282 77
                                    

Hayatımda daha önce hiç bu kadar gerilip, çıkmaz bir sokağa girmiş gibi hissetmemiştim. Attığım her adımda, önüme düşen gölgemin bana ihanet edip güldüğünü hissediyordum. Krallık heykeline neredeyse varmıştım ve etraf kalabalıklaşmaya başlamıştı. Ancak Raskal, görünürde yok gibiydi. Bu durum içimi bir nebze olsa da rahatlatmıştı.

Derin bir nefes alıp yavaş adımlarla ilerlemeye devam ederken etrafa kısaca göz attım. Şanslı olmalıydım ki, bu gün burada tüccarların tezgahları kalabalıktı ve insanlar aralarında kayboluyordu.

Kralın heykeli bir tür havuz heykeliydi ve insanlar içine altın atarak, krallığın zenginliğinden ümit bekleyip dua okurlardı. Heykel, sadece kralın büstünü içeriyordu ve değerli müvecherler ile taçlanmıştı. Su ise özel bir büyü ile korunup, suya elini sokanı lanetlerdi. Bu yüzden içerisindeki altınları halktan kimse alamazdı.

İyice yaklaştığımda, heykelinin arkasında kaldığım için sol taraftan öne doğru ilerlemeye başladım. Heykelin yaklaşık 10-15 metre ötesinden itibaren tezgahlar çember şeklinde sıralanmıştı. Dört yola açık olduğu için, sadece insanların geçebileceği şekilde belirli boşluklar bırakılmıştı ve atlı arabaların geçmesine imkan yoktu.

Sol köşede kalan bir taş tüccarı gördüğümde gülümseyerek tezgaha doğru ilerledim.

Taşları seviyordum.

İlerlerken gözüm sağ tarafta heykelin önünde bekleyen bir adama takıldı ancak kafamı çevirmeden ilerlemeye devam ettim. Tüccar, arkası dönük bir şekilde ahşap kutuları yerleştirmeye çalışıyordu. Hafifçe öksürerek geldiğimi belli ettim ve tezgahın üzerindeki taşları incelemeye başladım.

Gözlerimi birkaç sugilist ve ametist taşlarının üzerlerinde gezdirdikten sonra dikkatimi çeken aynaya elim gitti. El aynasıydı ve ayna kısmının üzerinde uzun bir süre sonra ilk defa gördüğüm Morion taşı vardı. Ayna, gerçekten çok güzeldi. Yüzüme doğru kaldırıp, bir süre gözükmeyen yüzüme baktım. Sonrasındaysa, arkamdaki heykeli görmeye çalıştım.

Sonunda ayarlayabildiğimde, bastonlu arkası dönük bir adamın heykelin önünde beklediğini gördüm. Kaşlarım çatılırken önünü dönmesini bekliyordum ve kalbim, ağzımda atmaya başlamıştı. Uzun ve ince görünmesine rağmen üzerindeki cübbe yüzünden kafasını göremiyordum. Raskal olmadığını anlamıştım, ancak akademi müdürü, Frederick Drogo olabilirdi.

"Elinizdeki güzel bir aynadır ve üzerindeki taş en değerli taşlarımızdan biridir." konuşan tüccarla beraber tüm dikkatim dağıldı ve gerginlikle aynayı indirdim. Yutkundum ve gülümsemeye çalışarak adama baktım. Yaşlıydı ve gülümsemesinden dolayı gözleri kapalıydı. Bıyıkları sakalı ile birleşik duruyordu ve aşağıya doğru uzanmıştı. Kafasında, omuzlarına doğru dökülen beyaz bir örtü vardı ve tüldendi. Üstü ise beyaz çarşaflar ile çevrelenmişti. Yüz şeklinden anlayabildiğim kadarıyla, buralı değildi çünkü gözleri çekikti.

"Ah evet," dedim ve aynaya kısa bir süre bakıp geri özenle yerine koydum. "çok beğendim, çok iyi işlenmiş."

Geri adama döndüğümde kafasını salladığını gördüm. "Üst taraflardan mı geldiniz?" dedim merakıma yenik düşerek. "Yanlış anlamayın, üst tarafları çok gezdim; özellikle Simirth'i çok beğenirim. O yüzden sordum."

Güney kısım, Verus krallığında olan en fakir kesimdi ve de en çok köle ticareti orada yapılırdı. Bu, tarih öncesi kıtalar birbirinden ayrılmadan önce gelen bir durumdu. Bu yüzden insanların Güney kesimden gelmiş olması hoş karşılanmaz, çoğunlukla dalga konusu olurdu. Ancak gezip gördüğüm için biliyordum ki; gittiğim en güzel yerlerden biri de orasıydı. Doğa harikalarına sahip bir bölgeydi ve Simirth şehri, tamamiyle hepsini yansıtabilecek güzelliklere sahipti.

 Büyücü حيث تعيش القصص. اكتشف الآن