BÖLÜM 5: Sİ-KE-YİM

15.5K 538 56
                                    

Gece hiç uyumadan sabahı sabah ettim. Düşüncelerimin sesleri o kadar yüksekti ki değil uyumak, onları susturmaya çalışmaktan dinlenememiştim bile.

Bugün okula gitmek zorundaydım. Devamsızlık diz boyuydu. Hakkım var mıydı ona bile emin değildim. Belki de çoktan bırakmıştı hoca beni. Onu da bilmiyorum.

Dün abim babamı hastaneye götürdükten sonra iyi olduğunu, sadece dinlenmesi gerektiği haberini verince biraz daha rahatlamıştım. Sadece stresten uzak durması gerekiyormuş. Eh, bu şuan mümkün değildi. O yüzden olabildiğince şirketten, Arslan Velioğlu'ndan uzak durmak zorundaydı.

Elimi yüzümü yıkamak için banyonun yolunu tuttum. Geceyi salonda geçirdiğimden tutulmadık yerim kalmamıştı. En kötüsü de belimdi. Yani... Aynadaki tipimi görmeden önce böyle düşünüyordum en azından. Bakışlarım sırayla çökmüş suratımda, gözaltı torbalarımda ve solmuş yüzümde gezinirken ruhsuz bir bakış atıp işimi hallederek çıktım oradan.

Yavaşça kendi odama girdim. Pınar, dün gece ağzıma bir güzel sıçtıktan sonra rahatlamış olacak ki şimdi bebekler gibi yatıyordu. Yüzümü buruşturarak arkamı dönüp gardırobu açtım.

Bunca zaman aşkla gözlerimin içine bakan kadın nasıl bir anda yüz seksen derece değişebildi aklım almıyordu. Tamam Pınarın parayı seven bir kadın olduğunun hep farkındaydım ama karnında kendinden bir varlığa karşı bile bu kadar vicdansız davranması hayal gibiydi sanki. Beynim kabul etmiyordu bu durumu.

Elimden gelen tek şey haberlerin sinirinden böyle davrandığını söylemesiydi.

Üstümü değiştirir değiştirmez aynı sessizlikle mutfağın yolunu tuttum. Hareketlerim robotikti sanki. Meyveleri sık, kahvaltılıkları çıkar, yumurtayı kaynat, masayı kur... Her şey diğer günlerin aynısıydı.

"Bunu ne zamana kadar yapmaya devam edeceksin?"

Elimde tabaklar duraksadım bir an ama bu çok kısa sürdü. Sanki hiçbir şey olmamış gibi tabağı onun her zaman oturduğu yere düzgünce koyup çatal ve bıçakları da yanına ekledim.

"Otur kahvaltını et. Benim çıkmam gerek." Soğuk bir sesle konuşup ona bakmadan çıkardığım iki parça bulaştığı makinaya attım.

"Benim de çıkmam gerek. Birkaç doktorla görüşmem lazım." İmalı sesi yumuklarımı sıkmama sebep olurken yavaşça ona döndüm. "Senin doktorun belli. Görüşmenize de iki hafta var."

Pınar altı ay iki haftalık gebeydi.

"Bilmemezlikten gelmen benim için hiçbir anlam ifade etmiyor Oğuz. Dün gece yeterince açıklayıcı olduğumu düşünmüştüm halbuki."

"Pınar senin kafan almıyor herhalde. Sen iki haftalık hamile değilsin. Altı buçuk aylık hamilesin! Büyüdü kızım o bebek. Gözlerini açıp kapatabiliyor artık, tekme atıyor, elleri kolları her yeri gelişmiş! Senin bebeğin o."

"Anlamıyorsun. Anlamanı da beklemiyorum zaten." Umursamazlığı bana kafayı yediriyordu. Haklıydı. Onu anlamıyordum. Onun gibi bir insanı anlayamıyordum.

Arkasını dönüp gitmeye hazırlandığında sinirle burun kemerimi sıktım. Gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. "Her şey yalan mıydı?" Diye sordum. Duraksadı. Dişlerim birbirine sımsıkı kenetliyken ağzının içine bakıyordum resmen. Bunu bilmem lazım.

"Ne?" Böyle bir soruyu beklemiyor olacak anlamayarak bana dönmüştü.

"İki yıl boyunca yaşadığımız şeyler, hamileliğini öğrenmen, tüm o mutlu ve aşık hallerin... hepsi yalan mıydı?"

"Değildi." Kaşlarım çatılırken devam etti. "Senin paran olduğu sürece ben mutluydum."

Yüzüme ikinci defa bakma gereği duymadan gittiğinde gözlerimi sımsıkı yumdum. Ben mi insanları tanıyamıyordum yoksa onlar mı maskesini çok iyi takıyordu?

Geceye Karışan Günahlar (GAY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin