BÖLÜM 11: KIRBAÇLA TANIŞMA FASLI

19K 596 216
                                    


...Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerim kapanırken elini avuçlarım arasında hissettim. Titrek bir nefes çektim. Ayni anda deri parçasını avuçlarıma tutuşturdu.

"Ben dayanıklıyım... efendim."

Hassiktir!

Hassiktir hassiktir hassiktir!

Tedirgince bir iki adım gerilerken bir karşımda bütün ciddiyetiyle dikilen adama bir elime tutuşturduğu deri kırbaca baktım.

Eee, ne bok yiyecektim şimdi?

Arslan Velioğlu o ifadesiz yüzüyle benden bir hareket beklerken boğazımı temizledim konuşabilmek adına. Aslında tek yaptığım biraz oyalanmaktı. Zira bu adamın aklından geçenlere hiç hazırlıklı değildim. Yine de sormadan edemedim.

"Sen şimdi şey misin?" İtaatkâr mısın?

Hiçbir şey söylemeden öylece gözlerime baktığında "anladım." Diye mırıldandım kendi kendime. Fakat sadece saniyeler içinde tekrar ona döndüm.

"Şey... emin misin?"

"Salak salak sorular sormayı bırak da şunu imzala." Masada daha önce farketmediğim kağıdı gözüme sokmak ister gibi verdiğinde göz devirerek aldım ve sözleşmenin itaatkâr kısımlarının dolmuş olduğunu farkettim. Adam harbiden dayak istiyordu lan. Sertçe yutkunurken düşünmeden imzaladım ve yapacağımız şeyi de bir nevi belgelemiş oldum.

Sözleşmeyi aldığı gibi çekmecelerden birine koydu. Arkası hala bana dönükken gözlerimin önüne gelen yazıları içimden tekrar edip durdum. Sikeyim, heyecanlıydım.

Baskın taraf özgüvenli ve soğukkanlı olmalı...

Omuzlarımı gergince oynatırken derin bir solukla başımı yukarı kaldırıp bir saniyeliğine gözlerimi yumdum. Sakin ol! İzlediğin videolarda ne gördüysen onu yap gitsin işte!

Gözlerimi açmamla komut bekleyen bir çift koyu kahve gözle aklımdaki her şey silindi. Ensemden sırtıma doğru bir ter damlası süzüldü.

Hakim emir vermekten çekinmemeli...

"Diz çök."

O an aklıma gelen tek şey benden diz çökmemi isteyen bu mafyaya misilleme yapmaktı. Beklemediğim şey, karşımda istanbulu yöneten adamın bir an bile tereddüt etmeden iki dizi üstüne çöküp sahibinden talimat bekleyen bir köpek gibi gözlerimin içine bakmasıydı. Yutkundum.

Arslan Velioğlu önümde diz çökmüştü.

Bu o kadar saçmaydı ki biri çıkıp kamera şakası dese inanırdım. Babamın korkusundan üç buçuk attığı adamdı Arslan Velioğlu. Devletle bağlantılı bir mafya babasıydı. Türkiyenin en zengin iş adamları sıralamasında ilk on'daydı. Kabullenemiyordu aklım. Böyle bir adam niye bunu yaptırırdı ki?

"O-on-" kısa bir öksürükle titreyen sesimi gizlemeye çalıştım. "On kırbaç. Saymaya başla."

Saçaklı deri kırbacın isabet ettiği ilk yer sırtı oldu. Saymamıştı ama. Kaşlarım çatılırken bir daha vurdum. Yine sesi çıkmadı. Sinirlenmeye başlıyordum yavaş yavaş.

"Say dedim duymadın mı?"

"Sen buna vurmak mı diyorsun? Hissetmedim bile."

Baskın itaatkâra karşı acımasız olabilir. Acımasızlık itaatkâr'ın acı eşiğine göre değişkenlik gösterir.

Bunu sen istedin Arslan.

Ve bütün gücümle sırtına geçirdim. Deri kırbacın sırtıyla buluştuktan sonra çıkardığı şak sesi benim bile canımı yakarken Arslan "bir." Dedi.

Cıkladım. Hiç tatmin edici değildi.

"Teşekkür de et."

"Teşekkür ederim." Hayretle güldüm. Ciddili yapıyordu.

Esmer sırtı anında kızarmıştı ama umursamadım. Bunu kendisi istemişti. Beline vurdum. Hiçbir acı belirtisi göstermeden "iki. Teşekkür ederim." Dedi.

Kalçasına vurdum. "Üç. Teşekkür ederim."

Bacaklarına vurdum. "Dört. Teşekkür ederim."

Ve bir zaman sonra nereye vurduğumu bile bilmeden kırbaçlamaya devam ettim. Fakat Arslan "on. Teşekkür ederim." Dediğinde "bir!" diyerek baştan başlattım.

Şaşırdığını hissedebiliyordum. Bende şaşkındım. Niye böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum ama günlerce yaşadıklarımın sebebi olan adam karşımda domalmış vaziyette itaatkâr bir tavırla dikilirken onu öylece serbest bırakmak istemedim. En baştan kollarına, bacaklarına, ensesine, sırtında vurulmadık yer kalmayıncaya kadar devam ettim. İkimizde ter içinde kalmıştık. Saç diplerimdeki terler gözlerimi yakarken baktığım yerde artık Arslan'ın kanayan vücudu yoktu. Başına silah dayamış babam vardı. Hastaneye kaldırdığım Pınar vardı. Annemin çaresiz sesi vardı. Beş parasız kaldıktan sonra değişen arkadaşlarım vardı. Pınar'ın nefret dolu gözleri vardı. Vardı da vardı.

Bu kaçıncı dokuzdu bilmiyorum ama "on." Dediğinde Arslan, elimdeki kırbaç yeri boyladı ve o nefes nefese devam etti. "Te-teşekkür... ederim." Diye.

•••


"Koy parmaklarını şuraya. Düzgün tut." Elimin üstündeki eli profesyonelce mavi cihazın üstünde hareket ettirirken sakince onu izliyordum.

Her tarafı yara bere içindeydi. Sırtı kurumuş kanlarla kaplıydı ama yüzünde acıya dair en ufak bir emare yoktu. Aksine rahatlamış gibiydi. Önündeki büyük ereksiyonu pantolonunu giymeden önce yanlışlıkla görmüş ve gözümü oymak istemiştim ama o saniyelik an dışında bir şey görmedim. Onu döverken-aman yani kırbaçlarken kendimi nasıl kaybetmişsem adamın yüzüne bir kere bile bakmadım. Acı çekse bile haberim olmadı yani. Gerçi şu güvenli kelime mi ne haltsa, canı çok yansa onu söyler değil mi?

Bir dakika!

"Güvenli kelime! Güvenli kelime ne?"

Yüzünde pişkin bir sırıtışla hala elimle uğraşırken bana döndü. Elimi bırakmıştı.

"Güvenli kelime.. hmm, para. Para olsun."

"Ne?" Afallayarak ona döndüm ama umursamazca elimi kapıya dayadı. Kapı ilk girdiğimizdeki gibi gıcırdayarak açılırken bir elimi tuttuğu yere bir ona baktım ve peşinden bende çıktım.

"Nereye?"

"Hesap mı soruyorsun?"

Bu adam çift kişilikliydi. Başka türlü kimse bana on dakika önce ağzımın içine bakan uslu adamla şimdiki sert bakışlı kişinin aynı herif olduğunu iddia edemezdi. Allahın manyağı.

"Haftanın dört günü geleceğim. Ne zaman olacağı belli olmaz." Yürürken söyledi. Hâlâ peşinden gidiyordum ve bunu niye yaptığımı ben bile bilmiyordum.

Seri hareketlerle gömleğinin açık düğmelerini kapatıyordu. Keyifliydi.

"Dört gün fazla sanki. Dayanabilecek misin?"

Alay etmek için değil gerçekten onun için sormuştum. Kimin vücudu haftanın dört günü ebu cehil dönemi işkencelerine dayanabilirdi ki?

"Sen bugün yaptıklarına oyun mu diyorsun?" Küçümser bir gülüşle sordu. Kaşlarım çatılırken içimden tekrar ettim. Oyun mu?

"Bugün acemiliğine veriyorum. Bir dahaki sefer bu kadar kısa olmayacak."

''Lan daha ne yapayım ne yapayım! Boğayım mi seni? Onu mu istiyorsun?" Adamı kırbaçlamaktan götümden ter akmış hâlâ memnuniyetsiz memnuniyetsiz konuşuyor! Gel de deli olma.

"Fena olmaz aslında."

"Ha?"

"Rolüne iyi çalış Erkmen. Odayı araştır, oyuncakları öğren. Şaşırt beni. Yoksa bu kadar nazik olmam."

Ve gitti. Arkasında kafayı yiyen bir ben bırakarak.



Geceye Karışan Günahlar (GAY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin