Bölüm 24- ALO ?

32 10 10
                                    

Serra yeni geçtiği odadaki yatağa kendini eski Türk filmlerindeki başroller gibi fırlattı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Arka fonda acıklı bir şarkı ona eşlik ediyor gibiydi. Bir hafta on gün önce babasının bir tanesi annesinin göz nuru olarak yaşadığı hayatı alt üst olmuş üstüne üstlük günde iki  tokat yemeye alışır olmuştu. Gücünün yetmediği bu insanlar her gün ondan çantanın hesabını soruyordu.

Ah Asuman beni cehenneme atıp nereye kayboldun ?

Ağlaması ve isyanı bittiğinde burnunun direğini yıkan keskin koku ciğerlerini doldurdu.

Bu koku benden mi geliyor?

Allah'ım bu koku benden geliyor!

Olamaz, olamaz! Serra çürük soğan ve pörsümüş patates gibi kokuyordu. Patates kokusunu topraktan, soğan kokusunu ise kaçış serüveninden yani terden almıştı. İpek kumaşlara alışkın vücudu kirli ve yırtık bir elbisenin içinde savaştan çıkmış gibi görünüyordu.

Bu manyak adam bu kokuya rağmen karakolda onun ağzının dibine kadar girmişti!

Serra'nın yüzü kızardı.

Kaldırıp atmalı bunları! Camdan fırlatmalı!

Elbisenin fermuarıyla verilen bir savaş. Tırnaklardan birinin kaybı ve elbise ayaklarının ucundaydı. Düşündüğünü yaptı. Elbiseyi bulduğu ilk camdan aşağıya fırlattı. Bacaklarında kurumuş kalmış kırmızı çizikler ve lekeler vardı. Odadaki aynada kendini inceliyordu.

Mağaradan yeni çıkmışa benziyorum. İnşallah duş vardır!

Odada ki diğer  kapıyı yavaşça açtı. Karşısında güzel bir banyo duruyordu. Mutluluktan neredeyse fayanslarını öpeceği bir banyo. Koşarak kendini duşun altına attı. Beline kadar uzanan saçları ıslanıp bir sicim gibi sırtından aşağı uzanırken, suyun teninin üzerinden kayıp gitmesini izliyordu. Yaraları ve çamurları suya karışıp gidiyordu. Ayakları kahverengi bir suyun içinde beyaz beyaz parlıyordu. Gıcır gıcır olana kadar yıkandı. Teni suya doymuş, parmak uçları büzüşmüştü. Zar zor banyodan çıktı.

Ohh be dünya varmış!

Banyo dolabında bulduğu kocaman beyaz bornoza sevinçle sarındı. Küçük vücudu için eşsiz bir sığınak, yuvaya dönüş, kozaya giriş, kundak...

Bir şiir yazsam ya uykuya ya da temiz vücudun bornoza sarılışına yazarım ya da yemeğe ya da... 

Neyse canım bir şiir yetmezmiş!

Köşedeki berjerin üzerine bırakılmış beyaz tişört ve gri eşofmanı düşünmeden giydi. Yavuz'un ebatlarındaydı kocaman tişört ve yeri süpüren eşofman.

Yavuz'un mu bunlar acaba?

Kokladı. Tanıdık bir koku vardı. Sabun ve yumuşatıcı kokusu ama Yavuz'un parfümü değil.

Yeni yıkanmış olmalılar...

Eşofmanın paçalarını katladı. Tişörtün önüne son moda bir düğüm attı.

İşte böyle! Gayet güzel oldu!

Eli karnına gitti. Zavallı karnı büzüşmüş ve küçülmüştü. Açlıktan gurulduyordu. Bir şeyler yemesi gerekiyordu. Odanın kapısından dışarıya başını uzattı kimse yok. Parmak uçlarında bir iki adım.

Şşş sessiz olmalıyım, salona bağlı Amerikan mutfak Yavuz tarafından salonun ortasına atılırken bile dikkatini çekmişti.

Alt kata indi deri koltuklu oturma grubunun yanından sıyrılıp çaprazda ki mutfağa geçti. Salondan geçerken elbette iç sesi çıldırıyordu.

Karanlığın GölgesiWhere stories live. Discover now