Beş

515 53 0
                                    

Ya ne yapıyorsun? Kalk üstümden!" dedi bana, gözleri kapalıydı. Gözleri kapalıysa nasıl ben olduğumu nereden çıkardı? Belki bana dememiştir. Ayrıca niye bağırıyor? Biraz yaklaştım. Yastığa vurdu, yastık yuvarlandı. Sonra havayı yumruklamaya başladı. Manyak be bu! Ya ben olsaydım uyanırken? Ağzımı burnumu kırardı! Tam uzaklaşırken koluma öyle bir geçirdi ki çığlık atmak zorunda kaldım. "Ahh! Göktuğ ne biçim vurdun oha ya!" derken sesim uykunun verdiği suskunluk yüzünden çatlak çıktı. Yok benim sesim böyle değil. Yani inşallah değildir. Göktuğ tekrar uyuyordu. Kıyamet kopsa bu hâlâ uyuyacak. Kolumu ovuştururken merdivenlerden söylenerek indim. Gerizekalı.


Buzdolabının üzerinden bize kahvaltı getirecek bir kafe buldum. Numarasını tuşlayıp yüzümü yıkamak için lavaboya girdim. Darbe alan kolumun aynadaki yansımasına baktım. Ezilmişti. Bir iki saate çürürdü. Doğal ortamında boz ayıya sarılıp uyursam böyle olur. Saçlarımı omzumda bırakıp mutfağa doğru yürüdüm. Kendime en az George R.R. Martin'in yazmadığı yeni kitap kadar acı bir kahve yaptım. İki üç yudum aldım. Tezgahın üstünden bir tane sigara alıp yaktım. Dumanı ciğerlerimi doldururken boğazıma yapıştı, geçsin diye koca bir yudum kahve aldım. O sırada istemsiz kaslarımdan biri öğürdü. Kahveyi yere dökmek istemediğim için çabucak yuttum. Seksen yaşında bir koah hastası kadar öksürürdüm. Fakat öksüremedim çünkü seksen yaşındaki bir koah hastası muhtemelen ölmüştür.

Sonra telefonum çaldı. Sigaramı içerken niye hep bu oluyor? Türkiye'den aranıyorum. Aslında açmazdım belki ben arardım. Ama Elvan arıyordu. Sinsice gözlerimi kısıp açtım. Sabahın bu saatinde aramasının bir bedeli olmalı. Bunu da operatörü alacak. Aklıma ne kötü espriler geliyor bir bilseniz. Çok kötü espriler yapmak istiyorum. Elvan Dalton esprisini bir türlü kazıyamadım zihnimden. Bu benim zihnimin en karanlık köşelerinde ve asla unutulmayacak bir espri. "Efendim?" dedim. Bilin bakalım benim manyak arkadaşım ne yaptı. Benimle İngilizce konuşmaya başladı. Manyak mısınız anlamıyorum ki. "Kızım sen şaşırdın mı?" diye sordum. Yahu iletişim kurabileceğimi bilsem ben burada Türkçe konuşacağım adama bak. Elvan böyle bir insan değildir. Ecem'le ayrı eve çıktıklarından beri Ecem bu kızı çok değiştirdi. "Ecem ben Ecem!" dedi telefonun diğer ucundaki ses. Belli. Ben diyorum benim arkadaşlarım manyak.


"Ne yapıyorsun?" diye sordu. Cevap vermedim. Şu an Ecem'in ölen nöronları için bir dakikalık saygı duruşundayım. Şaka şaka, onun nöronlarına saygı duymuyorum. Fizik ve matematik sevmeyen bir nöronun benim için anlamı yok. Edebiyat seven bir beyne anlam veremiyorum.  "Telefonu Elvan'a ver." dedim. Gerçi Elvan da edebiyat seviyor. Allah'ım benim arkadaşlarım bile beni anlamıyor. "Kapat görüntülü arayacağım." dedim. Ecem arasa kapatmazdım fakat arayan Elvan'ın numarasıydı, canım Elvan'ım. Biraz sonra ekranda yüzlerini görünce özlemle iç çektim. O en sevdiğim kafede yemek yiyorlardı. Onları özlediğim için iç geçirmedim. Kafeyi çok özledim ben. Yaptıkları kahveleri özledim. Gerçi burada kahveler daha güzel.

"Sabahın köründe neden aradınız?" diye sordum. Ecem anırmaya hazırlanıyordu ki Elvan'ın yatıştırıcı sesi araya girdi. "Kamerayı kıyafetlerine tutsana" dedi. İtaat ettim. Ah ya kahretsin! Gecelikle! Neyse sanki görmeyen insanlardı. "Kıyafetlerine tut dedim de pek bir kıyafetin yok, Dilşad manyak mısın?" diye atladı Ecem. "Ne ya? Giyemez miyim? Kendim için seksi görünemez miyim?" diye sordum. "Neyse anlatsanıza siz neler yapıyorsunuz? Benim yerime sufle ye Elvan." derken  kapı çaldı. "Biraz bekleyin kapıyı açayım, kahvaltı geldi!" dedim. Cüzdanımı çenemin altına sıkıştırdım. Kapıyı açınca bir sarışın İngiliz beyefendisi görmek içimi açtı çaktırmadan Elvan ve Ecem'in göreceği şekilde kamerayı çevirdim.


Yemeği getiren adam ayaklarımdan başlayarak beni süzdü. Çok seksi ayaklarım olduğu için değil. Geceliği çıkarmayı unutmuştum! Göktuğ seni öldüreceğim Göktuğ! Adama ücreti uzatırken üstümü başımı kapatmak için beyhude bir çaba harcadım. Adam göz kırptı ve "Güzel gecelik." dedi. "Ne diyorsun sen!" diye bir erkek sesi duydum arkamdan. Göktuğ! "Dilşad sen tek hücreli misin? Biz Türkiye'de kapıları çıplak mı açıyoruz? Böyle kapı açılır mı?" diye çıkıştı. "Sana ne be! Hem sen giydirmişsin bunu. Gerizekalıya bak!" Kapıdaki adamın suratına kapıyı öyle bir çarptım ki kulaklarım acıdı. "Ver şunları. Git doğru düzgün bir şeyler giy." dedi Göktuğ elimdeki kese kağıdını çekiştirirken. Telefonumu da düşürdü ahmak. Yere telefonu almak için eğiliyordum ama boz ayı daha hızlı davrandı.

Hala açık olan telefonuma baktım. Sesleri çıkmayan kalleş arkadaşlarım gözlerini kısmış nefes dahi almıyorlardı adeta. "Dilşad bizi tanıştırmayacak mısın?" diye sordu Elvan. Ah sırtımdan bıçakladın beni Elvan. "Ne zamandır sevişiyorsunuz?" diye arkadan gelen ses. Ecem! "Ya düşündüğünüz gibi değil!" dedim. "Oha diyorum, bu numara bayatlamadı mı?" dedi. Ah hain Ecem, ah sürtük Ecem, ah patavatsız Ecem. Ben şimdi başımı alıp nerelere gideyim? Kalleş Ecem!

Merdivenlerden çaresizce odama çıktım. Yerde Göktuğ'un tişörtünü buldum. Altıma bir şort geçirdim. Üstüme de tişörtü girdim. Tırabzanlara tutunarak aşağı uçtum.

"Yok iyi bakıyorum endişe etme Elvancım, tabi ki." dedi Göktuğ. Aramızda yeni kalleşler görüyorum. Hızlı koşup telefonu kaptım. "Yakışmış" dedi Göktuğ tişörtümü göstererek. Omuz silktim. "Duydun mu Ecem? Onun tişörtünü giydim. Kanada'ya geldiğimden beri sevişiyoruz." dedim. Zaten ikna edemeyeceğim en azından şaşırtayım. "Ben ne dedim Elvan!" dedi Ecem ciyaklayarak. "Neyse siz sevişin!" deyip suratıma kapattı.


Aslında Kumral SeverimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin