Yirmi Beş

382 39 40
                                    

Okuldan geldim çok yorgunum, ama onlarca oy ve yorumla karşılaştım, aslında yazmayacaktım bugün ama teşekkür etmesem olmazdı. İyi eğlenceler!

---

"Hey, uyan." diyor Göktuğ,

"Bir gelişme var mı?" diye soruyorum hızlıca gözlerimi açıp.

"Üzgünüm," diyor yanımdaki koltuğa yerleşirken.

Bir gündür bu kahrolası hastanede iyi bir haber bekliyoruz. Ama hayır, tıp o kadar kesin konuşamıyor. Elliott tam bir gündür yoğun bakımda. Göktuğ'la birlikte sırayla Sezgi'yle ilgileniyoruz. Saate bakıyorum. Neredeyse üç saattir uyumuşum. Göktuğ sadece bir buçuk saat uyudu oysaki. Sezgi hiç uyumadı. Belki de onu eve götürmeliyiz. Burada beklemek hiçbir fayda sağlamıyor. Sanırım saçmalıyorum. Tabi ki burada bekleyeceğiz, Elliott uyandığında yanında olacağız. Arabanın ısıtıcısını açıyorum. Impala ne kadar gösterişli olsa da hiç konforlu değil.

"Uykun mu geldi?" diye soruyorum.

"Biraz, ama uyumak için gelmedim. Senin için geldim." diyor.

"Sezgi'nin yanına gitmeliyiz." diye ekliyor.

"Pekala," diyorum kalkmaya çalışıp.

"Hey, hey, sakin ol, uykun açılına kadar bekleyelim," dedi kollarımı tutup koltuğa bastırarak. Bastırmak derken söylendiği kadar kaba değildi.

"Uykum açıldı," diyorum ama bu gerçeğin yakınından bile geçmiyor.

"Gel bakalım," diyor başımı göğsüne bastırarak.

Söylemiştim, bastırmak derken kabaca değil. En sevdiğim yerler arasında ilk üçe oynar Göktuğ'un kolları.

"Kaslarıma dokunmak ister misin?" diyor.

Bu da soru mu! Evet, işe yaradı uykum açıldı. Yine de fırsatı tepmek ahmaklık olur. Evet anlamına gelecek bir şekilde mırıldanıyorum. Sonra parmaklarımı gömleğin altında kalan kollarında gezdiriyorum.

"Sezgi nasıl?" diye soruyorum bariz bir şekilde kokusunu içime çekerken. Yaptığım şeyi fark edip soran gözlerle bana bakıyor.

Valla umurumda değil, ruhumu şeytana satmışım, Göktuğ'un 'sen kafayı yemişsin' bakışları bana koymaz.

"Sen uyurken bir saat uyudu, artık ağlamıyor fakat çok da iyi görünmüyordu," deyip iç geçirdi.

Gözlerimi kapatıp Göktuğ'un başına bir şey gelmemesi için dua ediyorum. Ya gelirse? Ya o zaman ona hiçbir şey söylememiş olmanın pişmanlığını yaşarsam? Bunu göze alabilir miyim? Sanırım ben yüreksizim anasını satayım. Göktuğ'dan önce kendime itiraf etmek zorundayım. Ben Göktuğ'u önemsiyorum. Hayır bu değil. İç seslerim neden susuyor? Ben Göktuğ'u kaybetmekten korkuyorum. Of hayır bu da değil. Bunlar doğru ama asıl söylemem gereken şeyi biliyorum. İçimden bile söyleyemiyorum. Neden? Göktuğ çok mu kötü biri? Göktuğ beni üzüyor mu? Hayır. Peki bunu söylemenin zor tarafı nerede?

"Dilşad," dedi.

"Göktuğ," dedim aynı anda.

"Sen söyle," diyoruz, aynı anda.

Tam söyleyecekken telefonum çaldı. Hızlıca Göktuğ'un kollarından sıyrıldım. Telefona bakıyorum, açmam lazım Sezgi arıyor.

"Efendim Sezgi?" diye soruyorum.

"Dilşad lütfen gelin," diyor hıçkıra hıçkıra.

Buz kesiliyorum, Göktuğ'un suratıma bakmasıyla kapıyı açıp çıkması bir oluyor. Ben de çıktıktan sonra kolunu omzuma atıyor ve kulağıma fısıldıyor.

Aslında Kumral SeverimWhere stories live. Discover now