On Beş

377 40 3
                                    

Gotta slow up, gotta shake this high, gotta take a minute just to ease my mind

Arabada yüksek seste muazzam bir şarkı çalıyor. Gaz pedalına basıyorum. Sonra Göktuğ sesini kısıyor. Şimdi başlıyoruz.

"Bir şeyler yapmak ister misin?" diye bir soru duydum.

Evet, evet bir kedi gördüm sanki diyen tweety'e çok yaklaştım. Güneş gözlüğümü çıkarıp yakışıklı partnerime bakıyorum.

"Ne gibi?" diye soruyla karşılık veriyorum.

 Ah ah, istemez miyim yakışıklı prensim demek istiyorum da gururum iç seslerime diktatörlük yapıyor.  İstemezsin.. Belki isteyeceğim ama hayır bunu düşünmeme bile müsaade yok, ne sanıyordum ki. O gece söylediklerinin  bir bedeli olmalı. Filmlerde böyle öğrendik biz. Şu hayatta ya karbonhidrat olursun ya da protein. Karbonhidrat olmaya hiç niyetim yok.
"Sinemaya gidebiliriz?" diye acayip masumane bir ifadeyle bana bakıyor. Hayır, gidemezsiniz diye yanıt geliyor iç seslerden.

"Bugün arkadaşımla buluşacağım," diyorum.
"Kızlarla takılmak için başka bir gün seçemez miydin?" deyip gülümsüyor. Zavallı Göktuğ, dünkü pizzacının kız olduğunu sanıyor.
"Kızlarla buluşacağımı düşündüren ne?" diye soruyorum.
"O zaman kiminle buluşacaksın?" diye soruyor Göktuğ biraz kıskandı sanki. Ne diyeceğimi bilmiyorum hala çok geç değil. Şaka yaptım derim, hala yalan söyleyebilecek kadar gücüm var.
"Elliott," diyorum, öğlen arasında adını sorduğum sarışın delikanlıyı hatırlayınca intikam almakta çok zorlanacağım söylenemez. Kendimi bunun için affedebilirim, aklımı çeldi derim. Teselli cümlelerim hazır!
"Elliott? İyi ben de Zeynep'i arayayım kaç gündür bekletiyorum kızı." diye yapıştırmış Nasreddin Hoca, ya da Göktuğ yapıştırıyor çünkü mal gibi bakıyorum. Bunu hiç düşünmemiştim. Zeynep kim?
"Zeynep kim?" diye soruyor iç sesim dışa vurarak.
"Sinem'in bana burada yardımcı olması için tanıştırdığı arkadaşı," diyor rahatsız edici bir rahatlıkla. Sinem kim anasını satayım Sinem kim!
"Sinem kim?" diye sordum aptal surat ifademi koruyarak.
"Çocukluk arkadaşım," dedi playboy Göktuğ.

Zaten başımıza ne gelirse bu lanet olası çocukluk arkadaşları yüzünden geliyor, siz kimsiniz? Nereden geldiniz? Çocukluk arkadaşıysanız neden çocuklukta kalmıyorsunuz?

"Durdur arabayı," diyorum hiddetle.
Göktuğ dehşetle bana bakıyor, inmek istiyorum direkt yürüyeceğim Elliott'a.
"Dilşad bunu yapmam imkansız," diyor.
"Durdur şu arabayı" diye bağırıyorum. Elini dizimin üstüne koyup bastırıyor. Tamam hadi eve gidelim! Elliot ölebilir. Sonra bakışlarımı dizime çeviriyorum.
"İyi de sen sürüyorsun!" deyip gülmeye başlıyor.

Bunu hiç unutmayacağım. Keşke hatıramı sildirebilsem, belki de ölmem gerek. Ben bu utançla nasıl yaşayacağım! Hızlıca frene basıyorum ve çantamı toparlayıp komodine para bırakan adamlar gibi çıkıyorum işin tuhafı komodine para bırakan adam görmedim ama her neyse, benden daha hızlı olamazlar, yani para bırakırken olan hızımdan bahsediyorum, yatakta nasıl olur bilmiyorum. Kesin sesinizi! İç seslerim susuyor. Uzun adımlarla yanımda korna çalan Göktuğ'u umursamayı Ottawa sokaklarında ilerliyorum.

Telefonumu çantamdan çıkarıp son arananları tuşluyorum. Elliott'u arayıp zihnimdeki sorulardan kaçmak için farklı bir yöntem. Ne olacaksa olsun çok umursamıyorum. Şaka şaka umursuyorum ama bu boş vermeme engel değil. Yanlış olduğunu bile bile yapıp sonuçlarına daha sonra da katlanabilirim, genelde tarzım bu. Bir şeyin yanlış olduğunu bilmem onu yapmama engel değil. O kısmı, yanlışı yaptıktan sonra düşünürüz.

"Alo?" diyor telefonun diğer ucundaki ses, gerçi ne diyecek?
"Ben işten çıktım," diyorum. Ama sesim nasıl isteksiz çıkıyor, sanki ırkımın geleceği için kendimi feda ediyorum.
"Aç mısın?" diye sordu Elliott samimiyetle.
Göktuğ olsa açsın derdi. Göktuğ olsa bunu sormazdı. Göktuğ yok şu an. Ayrıca Göktuğ'un yaptığı adiliği unutmadım. Hem ben Elliott'la niye Göktuğ'u kıyaslıyorum. Biraz mantıklı olalım kumrallar her zaman benim tipimdir.
"Biraz," diye yanıtlıyorum.
"Harika bir çin lokantası biliyorum, adresi mesaj atıyorum." diye yanıt veriyor.

Telefonu ondan önce kapattım ve bundan çok mutlu oldum. Çünkü ben manyağım. Çünkü telefonu önce kapatanın kazandığı bir yarıştayız. Ve ben kazandım. Adres geliyor. Buraya çok yakın. Çünkü herif konum atmış. Çoktan gitmiş yani. Ayı. Gitmemeye karar verdim. Sonuçta o sarışınla buluşmadan da buluşmuş gibi yapabilirim. Köpekler ölü taklidi yapabiliyorsa ben de şerefsiz taklidi yapabilirim sonuçta. Telefonumu kapatıp çantama atıyorum. Bir kitapçı bulana kadar yürüyorum. Köşede bir tanesi gözüme çarpıyor. Usulca ilerliyorum. Baya kalabalık ve gösterişli bir yer. Rafların arasında geziniyorum. Şiir kitaplarına bakıyorum. Benim ruhuma ne olmuş ya? Depresyona gireyim diye şiir kitabı bakmıyorsam ben de bir şey bilmiyorum, diyor bir iç ses. Hepsi kendini ben sandığı için sıkıntı yok. Ani bir kararla çizgi romanlara ilerliyorum. En komiğini soruyorum çalışan kadınlardan birine. Kadın birkaç tane çizgi roman elime tutuşturdu gitti. Ne gerek var zaten benimle konuşmaya. Dilşad kim ki?

Hepsini alıp kasaya gidiyorum. Parasını ödeyip bir restoran bulma umuduyla yürümeye devam ediyorum çünkü açım. Cidden açım. Karşı kaldırımda deniz mahsulleri satan şık bir restoran var. Ve ahtapot kızartması yemek için ne kadar yalnız bir gün. Gidip yiyeceğim. Ruh gibi hareket ettiğimden olsa gerek birkaç düşünce sonra siparişim önümde. Ne ara gittim ne ara oturdum hiç hatırlamıyorum. Ve yine ruhsuzluğumdan dolayı iştahla ahtapotu yiyorum. Sonuçta onun değil benim habitatım. Denizde o beni yakalasaydı bütün iliğimi kemiğimi çekecekti. Ben de onu kızartıp yedim. Pişman değilim şerefsiz ahtapot. Şerefsiz Göktuğ.

Yemeğim bitince buzlu kahve söyleyip çizgi roman okuyorum. Komikler ama gülesim yok, beynimle mizah yeteneğini takdir ettim sadece. Telefonu açıp saate bakıyorum üç saat olmuş oha! Ocakta yemeğim yoktu ama Göktuğ ne yapıyor acaba diye düşündüm de bir telaşla hesabı ödeyip taksi çağırdım. Birkaç dakika sonra evin önündeyim. Yaşasın depresyon! Gün başladığı gibi bitti. Işıklar yanıyor. Eve gelmiş canım benim. Yeter artık ya anlamıştır! Hiç bana göre değil böyle şeyler. Telefonuma Elliott'un attığı mesajlar gelirken anahtarlarımı buldum. Kapıyı açıyorum. Sessizce gireceğim, belki uyuyakalmıştır. Çok yoruldu bugün, muhtemel geleceğimdeki çocuklarımın muhtemel babası.

Alt katın ışıkları yanıyor ama sanırım önyargılı Göktuğ bey odasında. Çantamı tezgaha bırakıp parmak uçlarımda üst kata çıkıyorum. Bebek uyuyunca da böyle yapacağım. Göktuğ ve benim bebeğim. Şimdiden canım bebeğim ya.
 
Göktuğ'un odasının kapısı aralık. Ki bu filmlerde aldatan eş sahnelerinde olur. Neyse ki filmlerde olan bir şey. Kapıyı tamamen açıyorum ve filmlerin nereden esinlendiğini anlamış oluyorum. Gözlerim adeta kanıyor. Sinirden ölmek mümkünse şu an olacak çünkü adi şerefsiz! Piç kurusu! Göktuğ sabah bahsettiği kızlardan birinin dudaklarından öpüyor. Göktuğ kumral olduğu kadar karaktersizmiş! Orospu çocuğu Göktuğ!


Aslında Kumral SeverimWhere stories live. Discover now