Yirmi Üç

417 49 30
                                    

Yakında bölümleri yazma sıklığında düşüşler olabilir. Okul açılıyor ve benim bölümüm de bencil bir bölüm. Hikayeye daha az zaman ayırabilirim bu süreçte ama yazmaya devam edeceğim. Sevdiğiniz veya sevmediğiniz karakterlerden bahsederseniz memnun olurum. Küçük bir de ricam olsun, bana yeni bölüm yazmamı söylemeyin çünkü biraz aksi bir insanım. Sizden yorum istediğimde ; yeni bölüm gelsin, demek bir yorum değildir arkadaşlar. Bölüm hakkında görüşlerinizi yazarsanız kısa sürede yeni bölüm ekleyeceğim zaten. Bir de bunu dört saat uykuyla yazdım. Komikten çok romantik olacaktır. Her neyse iyi eğlenceler.

---

Sezgi sen onu nasıl patlatacaksın, bırakır mısın şunu?" diye bağırdı  Elliott.

"Patlatırım ne kadar zor olabilir?" diye sordu Sezgi,

"Kafanda patlarsa görürsün," dedim Sezgi'ye bakıp otuz iki diş sırıtarak. Ne kadar zor olabilirmiş, sanırsın elli yıldır düğün organize ediyor.

Biraz ürktü gibi oldu kaşlarını çattı ama tık yok. Havai fişek patlatacağım diyor başka bir şey demiyor. Üç yaşındaki çocuk gibi.


"Baksana tadına," deyip ağzıma nargileyi sokan Elvan'a baktım. Ağzıma soktuğun şey çikolatalı gofret değil. Nargile dişime bir çarptı az daha otuz iki diş gülemeyecek konuma düşecektim. Çünkü otuz iki diş kalmayacaktı. Nargileden ayak ucuma ulaşacak kadar derin bir soluk çektim, çekmemle Elvan'ın omzuna pençe geçirmem bir oldu.

"Anasını sattığımın kızı ne kattın buna!" diye çığırdım.

"Anason," dedi Zeynep Elvan'ın yerine yanıt verirken, sonra hepsi bana güldü. Elvana tutuna tutuna çimenlere attım kendimi. Kafamı gövdemin üstünde tutamıyorum! O sırada aklıma daha önce gelmesi gereken sorular yığıldı. Elvan buraya neden geldi? Zeynep neden evine gitmiyor? Sezgi ne iş yapıyor? Elliott'un sıkıntısı ne?

"Sezgi ne iş yapıyorsun?" diye sordum.

"Nükleer enerji mühendisiyim," dedi havai fişeğe acayip şeyler yaparken.

"Elvan niye geldin Kanada'ya," diye soruyorum bu sefer başımı yukarı kaldırıp.

"Seninle röportaj yapmak için," dedi.

Elliott ve Zeynep'e hiçbir şey sormadım. Çünkü şerefsiz değilim. Aslında isteyince olabiliyorum ama içimden gelmiyor. Kaşlarımı kaldırıp Elvan'a baktım. Ben ne zaman ünlü oldum benim niye haberim yok?

"Niye röportaj yapıyor gibi bir halin yok?" diye soruyorum bu kez.

"Kafama göre yazacağım cevapları." dedi Elvan. Oha ya. Var mı böyle bir şey?

"Yazamazsın," diyorum.

"Aslına bakarsan yazdı bile," diyor Sezgi bana dönüp.

Avukat yok mu? Yok mu avukat? Arkadaşız diye böyle bir hakka sahip olabiliyor mu?

"Yatmadan o röportajı benimle yapacaksın." diyorum.

"Uff tamam be," diyor Elvan suratını asarak.

"Ne hakkında bu röportaj?" diye soruyorum.

"Yazılımlar falan filan, Sezgi de bunun için geldi, açıkçası ben çok başarılı değilim sizin alanınızdaki bir röportaja soru hazırlamakta." diyor.

Onları izlerken birkaç tane sigara yakıyorum. Ne gariptir ki zihnimin bir köşesi Göktuğ'u düşünüyor. Yani saçma belki. Ben de pek mantıklı biri sayılmam. Ki son zamanlarda sık sık onun hakkında düşünüyorum. İşin korkutucu tarafı yakışıklı olduğu için değil, Göktuğ olduğu için düşünüyorum ve bu her zamanki gibi bende panik duygusu uyandırıyor. Hani hep olur ya, en azından filmlerde falan, eğer biriyle aranızdaki ilişkiye bir isim verirsen o ilişki güzel olmaktan çıkar. Büyü bozulur. Ve esas karakter kendini asla affedemez. Benim hikayemdeki esas karakter benim ve kendimi suçlamayı göze alamıyorum bu yüzden akışına bırakmak en iyisi olacak.

Aslında Kumral SeverimWhere stories live. Discover now