On Yedi

390 47 24
                                    

-Atalarımız ne demiş, ne kadar yorum o kadar bölüm! Şaka şaka ben uydurdum ama olsun yorumlar bölümleri etkiler. İyi eğlenceler,-

I know it's hard to fall.
Biliyorum düşmek çok zor,

I know it's hurting you, but it's killing me.
Biliyorum bu seni incitiyor ama beni öldürüyor.

Hatırımda kalan bir başka şarkı. Bu iki cümleyi o kadar çok seviyorum ki. Şu an adım haricinde bir şey hatırlamıyorum, ama bu sözler zihnimde yankılanıyor ben yine ne yaptım? Bana yine ne yaptılar? Fazla mantıklı bir sabah beni bekliyor, yataktan doğrulmaya çalışıyorum üzerimde hala aynı etek ve askılı bluzum var. Ne zaman giydim ben bunları? Saçlarım yele gibi kafamın her yanını sarmış durumda, ve oldukça kabarmış. Yataktan kalkmayı deniyorum dünya dönüyor. Ah hayır, hayatımın en rezil akşamdan kalmalarından biri. Kafamda Dothrakların atları tepiniyor. Hay anasını satayım! Ne içmişim ben böyle? Başımın ağrısını yok saymaya çalışarak duşa yürüyorum. Sonra aynada onu görüyorum, Bloody Mary! Çığlık atarak geriliyorum. Sonra çığlık atmama sebep olan başka bir şey daha oluyor. Bloody Mary benmişim! Çok korkunç görünüyorum!  Zihnimi toplayıp gerçekliğe dönüyorum. Kıyafetlerimi çıkarıp suyu açıyorum. Su fazla sıcak canımı yakıyor. Ilık sayılabilecek bir sıcaklığa ayarlıyorum. Zengin olmak harika bir şey ya! Paranın gözünü seveyim!

Duşun kenarındaki müzik çalar bölmesine dokunuyorum, dokunmatik ekrandan avenged sevenfold'un zihnimi işgal eden şarkısını seçiyorum.


When sin's deep my blood,
Günah kanımın içindeyse,

You'll be the one to fall.
Düşen sen olacaksın.

Fazla öfkeli ve fazla acı dolu bir şarkı. İyi de ben niye acı çekiyorum? Başım öylesine çok ağrıyor ki bunu düşünmeye gücüm yok. Su, tenime işlerken küvetin yanında duran, daha önce aşağılayıp alay ettiğim yağlardan ve köpüklerden seçip küvete döküyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Sanırım burada biraz dinlenebilirim.


"Dilşad iyi misin?" diye bağıran bir erkek sesi uykumu bölüyor, uyuyakalmışım kahretsin! İşe gidecek miydim? Bugün hangi gün? Hiçbirine bir cevap bulamıyorum.

"Dilşad kapıyı aç!" diye bağırıp kapıyı zorluyor Göktuğ.

Göktuğ. Tabi ya! Dün gece neler oldu öyle? Elliott nerede? Bir daha içmeyeceğim! Göktuğ geliyor birden zihnime. O kızla öpüşürken, canım yanıyor ama katlanabilirim. Kapıyı yumrukluyor. Hiçbir şey yapasım yok. Yine de bir cevap vermem gerekiyor bunun farkındayım. Aslında ona hiçbir şey söylemem gerekmez. Ya ben bu piçi evimden kovmamış mıydım?

"Dilşad içeri giriyorum!" diye bağırıyor, oha! Ya hayvan oğlu hayvan! Banyoda bile huzur yok! Dilşad, Dilşad, Dilşad! Adımı mı öğreniyorsun?

"İyiyim ben," diye bağırıyorum. Ki bu tamamen yalan, içimde kıyamet kopuyor ve fiziksel olarak çok da farklı değilim zaten.

"Neden cevap vermiyorsun?" diye sordu Göktuğ. Neden vereyim? Zorunda mıyım acaba?

"Evimden gitmen için kaç kere siktir git demeliyim? Neden hala buradasın?" diye soruyorum saçımı şampuanlarken. Şampuan harika kokuyor. Göktuğ'un canı cehenneme.

"Çıkınca konuşacağız." diyor Göktuğ. Gerizekalı bu çocuk gerçekten tam bir andaval. Çıkınca konuşacakmışız, yok ya. Yemin ediyorum ben tam bir mal mıknatısıyım. Allah belanı versin yuva yıkan Zeynep, Allah senin de belanı versin pezevenk çocukluk arkadaşı Sinem!

Saçlarımı hızlıca yıkayıp bornozumu giyiyorum. Saçımdan sular süzülüyor. Kapıyı açıp salona inmek için ilerliyorum ki Göktuğ salona gitmemiş. Çünkü tecavüzcü bir manyak! Dün onunla, bugün benimle! Ne âlâ. Gözlerim onunkilerle buluşurken içimde bir şeyler sızlıyor. Çok kafa yormak istemiyorum çünkü cevabından korktuğum bir şey olduğunu biliyorum. Göktuğ'un beni neden bu kadar incittiğini kendime itiraf etmekten korkuyorum. Ona karşı bu tutumumun sebebini kabul etmekten korkuyorum. Göktuğ'u sevmekten çok korkuyorum ben.

 Yatağın kenarında oturuyor, gömleği tamamen açık, üzerinde kan lekeleri var. Kafası morarmış, dudağı kanamış ve kan dudağının üstünde kurumuş. Saçları dağılmış. Ya Zeynep, Göktuğ'a tecavüz etmiş. Ya da kavgadan sonra direkt olarak uyumuş. Ne fark eder? İçimde bir şeyler fark edeceğini söylese de aldırmıyorum. Dudakları başka birini öptükten sonra ne fark eder? Gerçi, ben de öptüm ama önce o başlattı.

"Seni dinliyorum," diyorum gözlerimi devirerek. Siktir git demek istemiştim, ağzımdan çıkanlar beni bir an için afallatıyor. Ya giderse? Bundan ne kadar korktuğumun farkında değilmişim. Tuhaf bir istek, gitmesini söylüyorum ama gitmesini istemiyorum. Göktuğ bana bakıyor, ben ona bakıyorum. Kelimelerim çok kırıcı biliyorum ama o kadar canım yanıyor ki.

Telefon çalıyor. Benimki. Bakışlarımı ondan kurtarıp telefona doğru yürüyorum. Elvan arıyor, içine mi doğdu? Meşgule atıyorum. Belki Göktuğ'u yanıltabilirim ama Elvan sesimden anlayacak eminim. Nasılsın derse ağlayacağımdan da eminim. Şu an böyle bir risk alamam. Ben öldüm ama gururum daha ölmedi. Görünüşe göre gururumun ömrü benimkinden uzun.

Bakışlarımı tekrar Göktuğ'a çevirdiğimde yanı başımda beliriyor. Eli belimi kavrıyor. Gözlerinde daha önce görmediğim bir şey var. Korkuyor, ama neyden? Islak saçlarımı diğer tarafa atıyor ve dudaklarını boynuma bastırıyor. Dün gece başkasını öptüğü dudaklarını.

Ben Elliott'u değil Göktuğ'un hayalini öptüm oysaki. O Zeynep'i öperken zevkine itaat ediyordu, ben Elliott'u öperken acıdan kavruluyordum. Kalp atışlarını duyabiliyorum. Heyecanlı. Ya da heyecanlandığını düşünmek istiyorum çok emin değilim. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırıyor. Çok yakınız. Ama o yakınlık asırlar kadar uzak. Orayı asla aşamam. Dudakları dudaklarıma değiyor. Karşılık veremem. Beni öpüyor. İtiyorum.

"Sakın!" diye bağırıyorum.

Göktuğ adeta beni duymuyor, kendine çekip daha tutkulu öpüyor. Sert bir tokat atıyorum, ve yere tükürüyorum. Bornozumun kenarıyla ağzımı siliyorum.

"Sakın o kirli dudaklarınla beni bir daha öpmeye kalkma Göktuğ!" diye bağırıyorum.

"Sen de o orospu çocuğunu öptün!" diye gürlüyor. Şerefsiz. Ne hakla bunu söyleyebilir!

"Hayatımdaki tek orospu çocuğu sensin!" diye bağırıyorum. Öyle demek istemedim. Öyle demek istemedim!

"Böyle mi düşünüyorsun?" diye fısıldıyor. Hayır Göktuğ, böyle acı çekiyorum. Ben bu kadar büyüyeceğini bilmiyordum!

Hayır böyle düşünmüyorum, ne dediğimi bilmiyorum ben.

"Evet," diyorum, "Böyle düşünüyorum."

Yalan söyledim. Çok büyük bir yalan. Göktuğ hiçbir şey söylemeden gidiyor. Birkaç dakika odanın ortasında dikiliyorum. Telefonum tekrar çalıyor, ellerim titriyor yine de telefonu açıyorum. Bu yükü tek başıma taşıyamam.

"Alo? Neden açmıyorsun?" diye soruyor Elvan.
"Banyodaydım," diye yalan söylüyorum. Alışkanlık haline geldi bende. Sesim normal çıkıyor.
"Gece ikide oradayım, gelip beni almayı unutma." diyor. Oha! Sanki iş yerime ziyarete gelmiş. Türkiye'den Kanada'ya gelmiş! Adamdaki sükûnete bak!
"Tamam," diyorum.

Mantıksız derecede kısa bir telefon konuşması sona erdi. Ben neden geldin diye bile soramadım. Çünkü aklımda başka bir soru var. Neden gittin?

Hızlıca iç çamaşırlarını giyiyorum ve yatağa giriyorum. Bacaklarımı karnıma çekiyorum. Neden gittin? Gözlerimden sıcak yaşlar süzülüyor. Gidişini hatırlıyorum, belki on defa daha gidiyor kafamda. Birden saçma sapan bir şey hatırlıyorum. Aklıma çocukken okuyup anlam veremediğim bir cümle geliyor. Bunu kabul etmeye henüz hazır değilim. Yine de zihnimde yankılanmasına engel olamıyorum.

Ben aşıktım, o kumraldı.

 Ne kadar iğrenç bir cümle bu. Yıllar boyunca bilinçaltımda gizlendi ve en aciz anımda sırtımdan bıçakladı. Ya ben daha kimi kandırıyorum? Ben Göktuğ'a kapıldım gidiyorum. Gözyaşlarımın arasından bir kez daha yankı buluyor aynı cümle:

Ben aşıktım. O kumraldı.


Aslında Kumral SeverimWhere stories live. Discover now