Yirmi Dokuz

178 12 27
                                    

"Hey" diye fısıldıyorum Göktuğ'a. Yaklaşık yarım saattir uykusunda izlediğim Göktuğ, evet.

Gözleri hafifçe kımıldıyor. Herkesinki kımıldar gerçi, ama Göktuğ herkes değil, bu yüzden sıradan bir olayı büyük bir hayranlıkla izliyorum. Gözlerini usulca kırpıştırıp bana dönüyor.

"Hey, günaydın." diyor gözlerini benimkilere dikerek.

Gözlerini ilk kez görür gibi dikkatle inceliyorum. Parıldayan gözbebekleriyle bana bakarken varlığının getirdiği mutluluktan kendime engel olamayıp ergen gibi tebessüm ettim. Ergenler nasıl tebessüm eder ya? Ergenler tebessüm etmez ki, ya da ediyor muydu? Herkes tebessüm eder. Off ne alaka ya, "Kesin sesinizi!" diyorum iç seslerime kaşlarımı çatarak.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Göktuğ, uykulu bir ses tonuyla. Uykudan yeni uyandığı için sesinin uykulu çıkması çok normal. Ya ben neden böyle şeyleri düşünmeye engel olamıyorum!

"Seni düşünmeye başladım ama sonra kafam karıştı." dedim.

"Kafan mı karıştı?" diyor alnını kırıştırarak.

"Hayır öyle değil," diye cevap veriyorum ama bakışlarımı yüzünün güzelliğini incelemekten alamıyorum.

"Az önce bana bakarken ilk önce şaşkındın, sonra gülümsedin, sonra da kaşlarını çattın." diyor gülerek.

Belimden tutup kendine çekiyor. Başımı başına yaslıyor. Dudaklarını açlıkla öpüyorum. Beni sıkıca kavrayıp öpüşünü şiddetlendiriyor. Onu öperken yine darmadağın oluyorum. Her şeyiyle o kadar güzel ki dudaklarını öpmek uçsuz bucaksız bir his seli gibi. Kendini çekince gözlerimi kırpıştırıyorum. Bakışları dudaklarımdan tekrar gözlerime kayınca afallıyorum. Alışmam lazımdı bu zamana kadar ya. Ben bu adama her baktığımda aşık aşık mı bakacağım?

"Neden varlığına alışamıyorum?" diye soruyorum kafamdaki sorulara kulak verip.

"Bilmem ben de alışamıyorum." diyerek itiraf ediyor.

Saçlarımdan bir tutamı parmağına doluyor. O, saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken ben onu izliyorum. Fark ettiğim kadarıyla ben fırsat buldukça Göktuğ'u izliyorum. Acaba Göktuğ benim olmasaydı, davranışlarım sapıkça mı olurdu? Acaba Göktuğ beni istemese gizli gizli onu takip edip izler miydim? Her zaman olduğu gibi bana özel olan bir saçmalama stiliyle karşınızdaydım. Bu rezil düşünme sistemini sizler yarattınız sevgili iç seslerim, teşekkürler, en kısa zamanda ölmeniz dileğiyle.

"Kafanın içinde neler oluyor bilmiyorum ama bilmek isterdim, hadi kahvaltı yapalım." diyor.

Elimi tutup beni kaldırdı ve merdivenlerden aşağı doğru yürüttü, tamamen kontrol dışı çünkü ben sadece onun yönlendirdiği şekilde hareket ediyorum. Yani ben yürümedim o yürüttü. Acıktığımı kahvaltı kelimesini duyana dek bilmiyordum. Ya kızlar varken ne güzeldi, birileri kahvaltı hazırlıyordu. Galiba Elvan'ı özledim de Elvan çok kahvaltı da hazırlamadı. O kadar da özlemedim o zaman ya. Kimi özleyeyim? Sezgi'yi özledim. Elliott, Sezgi'yi benden aldı. Sezgi'yle neler yaşadık neler, yılların bozamadığı dostluğu Elliott çaldı. Gerçi ben Elliott'u Sezgi'den önce tanıyordum ve Sezgi'yle tanışalı bir yıl bile olmadı tabi bunlar önemsiz detaylar çünkü şu an akıl sağlığım yerinde değil. Duyduğum sesle bulunduğum ana geri döndüm

"Ne yiyelim?" diye sordu Göktuğ, ardından boynumu koklayarak öptü. Ben de hiç durur muyum hemen saçlarını koklayıp öptüm.

"Omlet, zeytinli, ben yapacağım sen oturuyorsun." dedim başımdan büyük işlere kalkışarak.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 26, 2016 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Aslında Kumral SeverimWhere stories live. Discover now