so do i: 1

1.3K 127 63
                                    

Sabrınızın tükendiği anlar vardır. Kapıları çarpmak, telefonlara doğru çığlık atmak ya da kontrolden çıkıp birilerinin boğazına yapışmak istersiniz. Hepsini yapabilecek kadar sabır dışı bırakıldığımı bilmenizi isterim.

"Bu yaptığın delilik."

Delilik geride bıraktığım şeylere kıyasla bir lütuftu. Pasif kasılmaların midenizden aşağı kayışı kadar tatmin ediciydi. Gökyüzünün artık içinde tutamadığı ilk damlayı yeryüzüyle buluşturması, baharın gelişiyle patlayan tomurcuğun yapraklarını serpişi ve güneş nihayet ufukta dinlenip günü doğururken toprağı sıcaklığıyla besleyişinin verdiği hisle aynıydı.

Annemle arzularımı tartışmayacaktım ve o bunun farkındaydı.

"Geri dön Jimin, baban çok öfkeli."

Hala anlamıyordu. Anlamayacaktı ve ben anlatmak için uğraşmayacaktım. Islak boğazımı daha faydalı yerlerde kullanmayı tercih etmek beni sorumsuz bir evlat yapıyorsa, öyleydim.

"Anne," dedim düz bir sesle. "Melbourne'da yalnız kalmam fikri sizi rahatsız ediyor diye kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırıp dönecek değilim."

Üzerinde durduğum kelimeleri seçebilecek kadar zekiydi. Bu sözlerin, kredi kartlarımı dondurduktan hemen sonra babamın ağzından döküldüğünü anımsayacak ve ben göremesem bile başını yavaşça iki yana sallayacaktı.

"On saatlik mesafede yaşayacaksın." Sesi biraz öfke, biraz hayretle yoğuruluyordu. Muhtemelen o aptal porselen fincanlardan birine doldurduğu kahveden bir yudum aldıktan sonra söylenmeye devam etti. "Üstelik o eski, pis evde."

Etrafıma bir göz attım. Eski? Evet. Pis? Artık değil. Geldiğim ilk haftayı tüm zemini bal döküp yalayabilecek hale getirene kadar temizlik yapmakla geçirmemiş olsaydım olabilirdi.

Zaten o da gerçekten eski ve pis olduğunu söylemeyi değil, ailemizin adına yakışmadığını ve varlığından iğrendiğini ima etmek istiyordu. Çoktan satmadığı için pişmanlıkla kıvranıyordu. Yalnızca beni kendinden daha fazla uzaklaştırmamak adına doğru kelimeleri aramıştı.

"Ne kadar dayanabilirsin, tanrı aşkına. Elindeki para bittiğinde ne olacak Jimin? Bu defa gerçekten kuyruğunu kıstırıp dönünce baban seni affetmezse ne yapacaksın?"

Öfkenin sıcak, nemli baskısı midemden boğazıma kadar tırmandı ve orada bir yerlere oturdu. Telefonu suratına kapattım. Hırkamın cebinden içeri kaydırmadan önce güç tuşuna uzunca basıp kesilmeyeceğini bildiğim çağrıları engelledim ve bakışlarım salonun ön verandaya açılan pencerelerinden dışarı yönelirken televizyonda canlı yayınlanan buz hokeyi maçını dinledim.

Etrafımdaki her şey eski olabilirdi ama vücudumdaki bu sıcaklık yeniydi. Uzun bir seyahatten sonra nihayet eve dönmüş gibi hissediyordum çünkü bu ev, Melbourne benim yuvamdı. Ulusal Park'taki yapay gölet, sokağın sonundaki çörek dükkanı, çelik giriş kapısının çıkardığı ses bile bana iyi hissettiriyordu. Beni Seul'e bağlayan tek şey ailemse, pekala arkamda bırakabilirdim çünkü hiçbiri bana burada olduğumda hissettiğim şeyi vermiyordu.

Kendime çektiğim dizlerimi koltuktan sarkıtıp ayağa kalkarken sesli bir nefes verdim. Birkaç yudum viskinin yumuşatamayacağı hiçbir şey yoktu. Öfkem ve eklemlerimi parmakları arasında yoğurup, yutacak biri olmadığına göre alkole sarılacaktım.

Yarısı dolu bardağımla birlikte verandaya çıkıp, tavan arasından güç bela indirdikten sonra bir köşeye yerleştirdiğim salıncağa oturdum ve hırkama biraz daha sarıldım. Hava soğuktu, yağmur her an başlayabilirdi.

Sıcak çoraplarımın sardığı bileklerimi kalçamın altında topladım. Kristal bardağın desenlerini takip eden bakışlarımı yorgunca yumdum.

Sikeyim. Gerçekten yirmi siktiğimin altı yaşındaki üniversite mezunu oğlunun para kazanamayacağını mı düşünüyordu yoksa yalnızca beni Seul'e döndürebilmek için avucunda tuttuğu tek koz gerçekten para mıydı anlayamıyordum. Can sıkıcıydı. Keşke suratına kapatmak yerine ona çenesini kapatmasını söyleseydim.

bird's prey : kookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin