17: eyes don't lie

822 108 79
                                    

Dünya üzerinde tanıyıp tanıyabileceğiniz en merhametli insanın oğlu olarak dünyaya gelmiş olmak size birtakım öncelikler tanırdı. Şimdi masanın başında, annemin hazırladığı çeşit çeşit yemeği kaşık kaşık midesine indiren babam emekli bir generaldi ve bahsini geçirdiğim öncelikleri sağlayan bir annem olmasına rağmen, şimdilerde ordudaki en siktiğimin derecesinde tehlikeli görevlere göğüs geren bir özel harekat askeriydim. Zira babamın amacı, ben henüz doğduğum andan itibaren buydu. Onun mesleğini icra etmemi, yolunda ilerlememi istemişti ve dokuzumdan on dokuzuma kadar beni bunun için eğitmişti.

Tabancalardan başlayıp tüfeklerle ilerleyen silah ve bıçak eğitimleri eğlenceliydi çünkü babam zorba biri değildi, sabırla öğretirdi. Disiplininden sektiğimde dönüştüğü kişi ise ürkütürdü. Kemiklerime kadar titrerdim ve yalnızca gözleri bile beni yere yatıp, yüz şınav çekmeye ikna ederdi. Otuz yaşıma gelene kadar bana bir kez bile vurmamış, vurmaya kalkışmamıştı çünkü gereği yoktu. Bakışları zaten okkalı bir tokat gibiydi.

Babamdan korkmuyordum, sadece ona duyduğum saygı beni toparlıyordu. Belki biraz daha farklı bir aile tarafından yetiştirilmiş olsam etrafa saçılacak yüzlerce parçam bugün bir aradaysa bunu babama duyduğum saygıya ve annemin kollarına borçluydum.

"Daren'ın bir kız arkadaşı var." dedikten sonra keyifle sırıtan kız kardeşim tüm dikkatleri önce kendi, sonra benim üzerime yoğunlaştırdığında sıyrılmıştım daldığım derinliğin içinden. Başlamıştık yine.

"Senin ev ödevin falan yok mu, Paris?" diye sordum ona tabağımdaki bezelyelerden fırlatırken. "Ya da uyku saatin falan gelmedi mi?"

"Ben yirmi dört yaşındayım." dedi kaşlarını çatıp, dil çıkarırken. Tavrı annemle babamı güldürmüştü.

"Hiç öyle görünmediğinden emin olabilirsin." dedim.

"Baba!" dedi bu defa biçimli kaşlarını sitemle büzerek. "Beni küçümsüyor!"

"İkiniz de yetişkinsiniz." dedi babam. "Sorunlarınızı kendinize şikayet edin."

Paris nazlı bir tavırla kollarını göğsünde bağlayıp, bana kötü kötü baktığında keyifle sırıtıp arkama yaslandım.

"Ama sahiden," dedi bu defa annem, fısıldayarak. "Kim bu kız?"

"O bir kız değil." dedim. Kaşları ilgiyle havalandı ve sandalyesini bana biraz daha yaklaştırdı.

"Erkeklerden de hoşlandığını bilmiyordum." dedi. "Senin ideal tipin sarışın, kısa boylu kadınlar değil miydi?"

Jimin ideal tip olarak sınırlandıramayacağım kadar önemliydi benim için. Oturup anneme onun benim için ne ifade ettiğini saatlerce anlatırdım ve o sıkılmadan dinlerdi. Yine de, özetledim.

"Aşık olduğum kişi benim ideal tipimdir." dedim. Hem Jimin de sarışın ve bana göre kısaydı.

Annem gülümsedi ama sonra gözlerini hafifçe kıstı. Bir şey hatırlamaya çalışırmış gibi görünürken yanağının içini dişlediğinde, söylemek üzere olduğu şeyden çekindiğini hissetmiştim.

"Şu Kleinlar'ın kızı," dedi fısıldayarak. "Onunla tamamen bitirdiğinizi bilmiyordum."

Kleinlar'ın kızı... Lexi Klein, eski kız arkadaşım ya da siz onu adını söylemeyeceğiz olarak da anabilirsiniz.

"Uzun zaman oldu." dedim sadece. "Benim için hiçbir şey ifade etmiyor ve düşüncemi sorarsan, erkek arkadaşımın konusu açılmışken ondan bahsetmeyi saygısızca buluyorum. Sana onu göstereyim."

bird's prey : kookminWo Geschichten leben. Entdecke jetzt