heaven gonna hate us: 9

790 115 65
                                    

Adalet, eşitlik ve düzenin hayatımda ayrı bir yeri vardı. Boynum bir giyotinin metal yüzeyinde dinlenirken başımın gövdemden ayrılmasını bekliyor olsam bile doğru olan için inat güder, bunu defalarca kez yapmam en sonunda canıma mal olacaksa bile doğru olanı savunurdum. Ama yaptığım hatalardan ders çıkaran biri değildim ve bunu ertesi sabah yatağımda uyandığımda onu tekrar öpmek isteyişimden anlayabilirdiniz. İnadım kendime etki etmiyordu.

Onu o rengarenk sokakta öpüşüm net bir şekilde zihnimde şekilleniyordu. Hatırlıyordum. Belimi sarışını, bana sarhoş olduğumu fısıldayışını ve benim ona ayık olsaydım da senden başkasını öpmezdim deyişimi hatırlamamak mümkün değildi.

Neden öyle bir şey söylediğimi bilmiyordum ama suçu damarlarımdaki liköre atmaktan vazgeçmeyecektim.

Sesli bir nefes verdim. Fincanın dibindeki kahve ağzımın içinde yavan bir tat bırakarak boğazımdan aşağı kaydığında bile göğsümdeki yangının sebebi değildi. Sabahın köründe kahvaltı yapmak için can atmazdım ama o kadar erken uyanmıştım ki ada tezgahın üzerine hazırladığım sofranın etrafındaki taburelerden birine oturduğumda saat yedi yirmi üçü gösteriyordu. Vücuduma pasif bir panik hakimdi. Buraya gelip de bana onu neden öptüğümü soracağını falan düşünmüyor olsam da bir yanım tetikteydi. Ne söylerim, ona olan açlığımı nasıl inkar ederim bilmiyordum.

Yalnızca alkolün ele geçirdiği zihnim fazla çıplaktı ve vücudumun ne istediğini biliyordu ama bunu ona söylemek yerine kafama bir kese kağıdı geçirir ve ömrümün geri kalanında öyle yaşayarak benden uzaklaşmasını sağlardım.

Bir de keskin nişancı sorunumuz vardı. Nasıl bu kadar hazırlıklı olabilirdi? Evimde bir yerlere gizlice kamera falan yerleştirdiğini düşünmüştüm ama gittiğim yeri, girdiğim odayı nereden bilebilirdi? Bi çeşit cockblock yaşayışıyla ardımda bıraktığım Nate Davis'ten bahsetmiyordum bile. Defalarca kez aramıştı ama ona ne söyleyeceğimi bilemediğimden açamamıştım.

Hayatımı zora sokuyordu. Hak talep ediyordu. Tüm haklarım onun olsun, ondan başka hiçbir şey düşünmeyeyim istiyordu.

Anlık bir farkındalıkla kahvemde boğuldum.

Dün gece komşumu öptüğümde bizi görmüş olabilirdi. Yakında bir yerlerdeydi ve elinde bilmem kaç yüz metre uzaklığı gözetleyebileceği bir tüfek vardı. Peşine düşebilirdi, ona zarar verebilirdi ve ben şimdi boğazımda kalan kahve yüzünden ölmezsem vicdan azabından ölebilirdim.

Öksürmeye devam ederken panikle telefonumu açtım ama yeni mesaj yoktu. Pişman olmadığım bir öpücüktü ama deli gibi kendimi geri çekeceğim ve likörün ardına sığınacağım günlere giriş yapmıştık. Evine gidip iyi olup olmadığını kontrol etmek gururumu kırardı.

Ofladım. Bana iyi geleceğini, kafamı toparlayacağımı düşündüğüm Melbourne beni sınıyordu. Takipçiler, aptal notlar ve yakışıklı komşular derken en sonunda bir rehabilitasyon merkezine kapatılacaktım.

Sabah ilk iş yeni bir not yazıp yazmadığını kontrol etmiştim ama kafes boştu. Gerçi bana birkaç defa mesaj attığını düşünürsek daha güncel iletişim yöntemlerine geçtiğini söyleyebilirdim. Numarasını gizlemiyordu, beni olmasa da başka birini açıkça tehdit eden bir mesaj atmıştı ve ben o gün gün içinde yapmam gereken en mantıklı şeyi yaparak bir şikayet oluşturmuştum. Polis memurları beni iki ay içinde üçüncü defa görmekten memnun olmamış olsalar da ilgilenmiş ve sahibini bulmakla uğraşacaklarını söylemişlerdi.

Karakol dönüşünde köşedeki çörekçiden biri çikolatalı, diğeri kremalı iki çörek almış ve yolumu uzatarak Ulusal Park'a yürümüştüm.

bird's prey : kookminWhere stories live. Discover now