pressure: 20

646 88 41
                                    

Dönemsel krizlerin bitmeyecekmiş gibi gelen günlerinde beni hazırlıksız yakalayan gözyaşlarım her zaman hayatımın bir parçasıydı. Yirmi altı yaşında, yetişkin bir birey olabilirdim ama benim de bazen ağlamaya ihtiyacım vardı.

Bir defasında yine kimseye ağlarken görünmemek için, sesim çıkmasın diye kendimi yüzüm patlayacakmış gibi kızarana kadar sıkmıştım ve vücudum parmak uçlarımdan omuzlarıma kadar uyuşmuştu.

Ve bu dönemleri tetikleyen tek bir şey vardı.

Baskı.

Muhtemel bir sapık ve potansiyel bir katil olsa da, Jungkook'un yaptığı veya bana yaptırdığı hiçbir şey bir baskının altında değildi. İstiyordu, bunu yüzüne söylemiyor olsam da istiyordum ve gerisi çorap söküğü gibi geliyordu. Aramızda bir bağ olmayabilirdi ama henüz isimlendiremediğim o duygunun bundan daha güçlü olduğunu biliyordum. Biz birbirimize bağlı değildik. Ama kopmak bir seçenek değildi.

O siyah veya beyaz değildi. Doğru veya yanlış, uzak veya yakın, soğuk veya sıcak değildi.

Griydi. Doğru ve yanlıştı, uzak ve yakın, soğuk ve sıcaktı. Doğrusu, ölçüsü, dengesi yoktu ama her şeyi kılıfına uydurur ve pürüzsüz bir hikaye akışı sağlardı.

Bana yalan söylendiğini hissedersem, ki bu milyonda bir bir ihtimaldi, kendimi ondan uzaklaştırırdım. Bunu biliyordu. Bu yüzden bana bir orta yol vermiyordu, asla ikilemde kalmıyordum. İkilemlerin şüpheye, şüphelerin ise doğruya çıkacağının farkındaydı.

Yine de bir yanım, bu dibi görünmeyen çukurda bir doğru aramanın amaçsız bir çaba olduğunu hissediyordu. Jungkook iyi biriydi veya kötü biriydi, ne fark ederdi? Yalnızca komşumdu veya takipçimdi, gerçek neyi değiştirirdi?

Tüm bu riske rağmen, ona karşı hissettiklerimi engelleyebiliyor muydum?

Kocaman bir hayır.

Siktiğimin ahlak açısından gri erkekleri...

"Bileğini kırma." dedi Jungkook'un beni varoluşsal sancılarımdan uzaklaştıran sesi. Bedeni hemen arkamdaydı. Bileğime sarılan parmakları ılık bir hissi omurgama doğru iterken omuzlarımı hareket ettirecek kadar derin bir nefes alıp verdim. Kulağımın dibinde fısıldamasaydı belki verdiği talimatları algılayabilirdim.

Sesimi çıkarmadan söylediğini yaptığımda, belindeki eliyle nazikçe omurgamı dikleştirdi. Atış yapmak için geldiğimiz poligonda bizden başka kimse yoktu. Yine de rahatsızca hareketlendim.

"Gidip kendi hedefinin önüne geçsene sen." dedim biraz çekmirerek. Ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdıktan sonra belli belirsiz sırıttı. Eğleniyordu ama ben gülmüyordum.

En çok puanı kim alırsa diğeri ona yemek ısmarlayacaktı ve bu herif sanki dünyadaki en fakir insanmış gibi hırsla atış yaptıktan sonra benim onu geçmemi bekliyordu. Tamam, ona yemek ısmarlamak sorun değildi ama yenilgi gurur kırıcıydı. Bu benim alanım bile değildi, silah kullanmayı nereden bilebilirdim ki?

Benim aksime yaptığı tüm atışlarda hedefi tam ortasından vurmuştu. Böbürlenmiyordu ama böbürlense yeriydi.

Tek gözümü kısışıma ellinci defa güldüğünde silahı ona doğrulttum. Yüzünde eğlenir bir ifade vardı, genişçe sırıtıyordu ve hiç korkmuş gibi değildi. Plastik mermi de olsa can yakardı, değil mi? Korkmuyor olsaydım onu tam alnının ortasından vururdum.

"Hiç eğlenceli değil." dedim.

"Belki." dedi.

"Gülüyorsun, Jungkook." dedim kaşlarımı çatarak. "Seni vurayım diye mi?"

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 21 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

bird's prey : kookminWhere stories live. Discover now