stitches: 19

645 99 32
                                    

Bu yaşıma gelene kadar kaybetme riskine giremeyeceğimi düşündüğüm birçok şey olmuştu. Şimdi nerede olduklarını bile bilmediğim bir seri beyzbol oyuncusu formasını ya da sudan sebepler yüzünden terk ettiğim ilk kız arkadaşımı örnek verebilirdim. Yedi yaşımdayken tek gözü olmayan peluş kurbağamı, on altı yaşımdayken MJ kasetlerimi, yirmi yaşımdayken de Cassie'yi hayatımdan asla çıkaramayacağımı düşünmüştüm. Yerleri doldurulamazdı. Düşüncesi bile midemi büküyordu.

Ama hiçbiri kalbimi Jungkook'u kaybetme düşüncesi kadar kırmamıştı.

Hiçbir şeyim değildi. Bana ait bir şey bile değildi. Hayatımda bir yeri yoktu ama onu kanlar içinde gördüğümde hissettiğim o yakıcı, bunaltıcı baskı yüzleştiğim hiçbir kaybetme korkusuyla kıyaslanamazdı.

Yirmi altı yaşımdaydım ve bu adamın başına kötü bir şey geldiği, belki de onu kaybetmenin düşüncesi bile kalbimi bu zamana kadar hiç kırılmadığı kadar kırmaya yetmişti.

Medikal bilgisini ya da cerrahi pratiğini sorgulayamayacağım Taehyung, Jungkook'un kasığına yakın bir yerlere sekiz dikiş atmış ve belinin etrafına sardığı bandajın ardından üzerine temiz bir tişört geçirmesine yardım etmişti. Her şey o kadar pürüzsüzce ve hızlı ilerlemişti ki sorgulayamamıştım bile. Kalbim olağanüstü bir ritimle göğsümü dövüyor, ısırmaktan paramparça ettiğim alt dudağım pasif bir sızlamayla atıyordu.

Guruldayan mideme bir iki lokma tıkıp, onu susturabilmek adına mutfağını kurcalarken evinde gerçek anlamda hiçbir şey olmadığını görmek kafamı karıştırmıştı.  Yalnızca konserve ton balığı, mayonez ve birkaç dilim ekmek bulabilmiş, neden yaptığımı sorgulamadan ona da bir sandviç hazırlamış ve yediğinden de emin olmuştum. Zaten o da zorluk çıkarmamış, Michelin yıldızlı bir şefin elinden yiyormuşçasına tüketmişti.

Nihayetinde biraz daha iyi hissediyordum. Daha sakindim ve sağlıklı düşünebildiğim sırada Taehyung çiftlikte(?) işlerinin olduğunu söyleyip, strelize ettiği eşyalarıyla birlikte evden ayrılalı yarım saat kadar olmuştu.

"Sen komplo teorilerine başlamadan söyleyeyim," dedi Jungkook birden. Karşısındaki koltuğa henüz oturuyordum. "Sokakta bir iki serseriyle takıştım. O kadar."

"Palavra." dedim kaşlarımı kaldırarak. "Birkaç saat önce ima ettiğin şeye hiç uymuyor."

Ensesini kaşıdı. Sonra da dudağını. İfadesi hay dilimi sikeyim demek istercesine sıkkındı. Bakışları benden başka her yerde geziyordu.

"Bir şeyi yanlış anlamışım." dedi nihayet. Ellerini iki yana açmıştı. "Hepimiz hayatımızın bir kısmında bazı şeyleri yanlış anlayabiliyoruz."

Omuzlarımı hareketlendirecek kadar derin bir nefes alıp verdim. Öyle boşuna bir çaba harcıyordu ki, aklı almazdı. Bu yaşadığını bir şekilde ailemle ilişkilendirmişti ve bunu neden yaptığını bana anlatmadan kurtulamayacaktı.

"Jungkook," dedim, az önce kendine yönelttiği bıkkın bakışı ben de ona yöneltirken. "Gerçekten işe yaramıyor. Ya bana gerçeği söylersin, ya da bu şeyi şimdi, burada bitiririz."

"Bu aramızda bir şey olduğunu kabul ettiğin anlamına mı geliyor?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Yüzüne dümdüz bakarken "Konuyu değiştirme." dedim. "Babamın pek sorumlu bir profil çizmediğinin farkındayım ama neden bunu yapanın o olduğunu düşündüğünü anlayamıyorum. Argümanını dinlemek istiyorum."

Afalladı. Böyle bir öngörü beklemiyordu ama büyütülecek bir şey yoktu. Biraz sakinleşip düşününce annemin Jungkook'u böyle bir işe kalkışmayacak kadar çok sevdiğini hatırlamış, aile ilişkilerimdeki diğer karışıklığın babamdan başkası olmadığını bilerek bir çıkarımda bulunmuştum sadece. Tepkisinden de belliydi ki haklıydım. Orada babamdan bahsetmişti.

bird's prey : kookminWhere stories live. Discover now