bird box: 3

720 108 66
                                    

Ben tatlı bir komşu değildim ama gerçekten tatlı komşularım vardı. Kulaklarının arkasına sıkıştırdığı, çenesi hizasındaki açık kumral saçları ve parlak kahverengi bakışlarıyla Rome, yirmi dört yaşındaydı. Aslen İtalyan bir aileden geliyordu ama babası Avustralyalı'ydı. Sol taraftaki evde şimdi tekli koltuğumda oturan erkek kardeşi Luca ile birlikte yaşıyorlardı. Ela renkteki gözleri ve Rome'nin aksine koyu renk saçlarıyla gözlerime bakıyor, ben ablasının benim için pişirdiği kurabiyelerden birini kemirip dururken pasifçe gülümsüyordu.

"Yani," dedi Rome. "Bu çılgınca. Tüm o polisleri kapında gördüğümüzde deli gibi endişelendik Jimin."

İsmimi doğru telaffuz edemiyordu. J harfi dudaklarından yuvarlanırken titreşimli bir Z duyuyordum ve biraz komikti.

"Burada böyle şeyler olmaz." dedi. "Hasta herifin biri dün sabah tersinden uyanmış olmalı."

Dudaklarımı kemirdim. Umarım bu yalnızca hasta herifin birinin hasta şakası olarak kalırdı.

"Belki de birkaç güvenlik kamerası taktırmalısın." dedi ablasından sonra konuşan Luca. Bakışlarını gözlerimden hiç çekmemişti.

Başımı salladım. Mantıklı olan o lanet güvenlik kameralarını taktırıp, arka kapıyı tamir ettirmekti. Hızlandırmak için ekstra masraf yapmam gerekecekse bile tüm cüzdanımı verirdim.

Bir saat kadar sohbet ettik. Luca'nın bariz ilgisi beğeniden çok merakla çevriliydi. İlk defa Asyalı birinin bu kadar düzgün İngilizce konuştuğunu duyduğumu söylemiş, kalanını kendi tabaklarımdan birine yerleştirdikten sonra boşalan porselen tabaklarını suratının ortasına geçirmek istemediğim için alttan almıştım. Melbourne'da doğup büyüdüğümü söylemekle yetinmek büyük bir irade gücü gerektirmişti.

Onlar gittiğinde Theo'yu aradım. Buluştuğumuz günün üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Aramamış, mesaj bile atmamıştı.

Çağrı ulaşılamıyor telesekreterine düştüğünde kaşlarımı hafifçe çattım. "Umarım lanet numaramı seninle sevişmediğim için engellememişsindir." diye mırıldandım kendi kendime. Berbat olurdu. Hayalarını hiç çekinmeden tekmelerdim.

Telefonu ada tezgahın üzerine bırakıp sesli bir nefes verdim ve Rome'nin kurabiyelerinden bir tane daha yedim. Adımlarım gıcırtının takip ettiği yolu geçti ve önce odama, sonra banyoma girdim. Ilık bir duş yirmi dakika kadar sürdü. Bornozumla banyodan çıkıp, dolabımın önünde dikildim ve kapaklarını iki yana açıp, belki aynı yirmi tanesine sahip olduğum şortlardan birini çıkardım.

Rahattı, ağ kısmı sıkmıyordu ama baldırlarımı sıkıca sarıyordu. İçinde daha iyi görünebileceğim bir şey daha yoktu. Daha ne isteyebilirdim? İç çamaşırım ve şortumdan sonra üzerime oversize, baskılı bir tişört geçirdim ve saçlarımdaki ıslaklığı havluyla alırken salona yürüdüm. Theo'yu tekrar aradım. Ulaşılamıyordu. Hangi cehennemdeydi?

Telefonumu kendimle birlikte koltuğa bırakıp televizyonu açtım. Henüz rahat bir pozisyon bile bulamamışken ön kapıdan gelen zil sesi evi doldurdu ve ani olduğu için küfrettim.

Doğrulup kapıya yürüdüm ve güvenlik kilidi hala takılıyken yavaşça araladım. İki polis memuru kapımda dikiliyordu.

"Jimin Park?" dedi biri, sorarcasına. Başımı salladıktan sonra kapıyı tamamen açtım. "Bir gelişme mi var?" diye sorduğumda kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı.

bird's prey : kookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin