a gun next time: 4

640 99 34
                                    

Hastanelerden oldum olası nefret eden bünyeme ve artık en yakın arkadaşım olarak tanımlayamayacağım Theo'ya rağmen, soluğu telefondaki memurun verdiği adreste aldığımda beni soğumaya yüz tutmuş bir koridor karşılamıştı.

Travma sonrası stres bozukluğu yaşayışı ve olay yerinde bulunamadığını söyledikleri dilini artık kullanamayacak oluşu midemi büküyordu. Yirmi altı yaşındaydı. Böyle bir vahşetin kurbanı olup, konuşma yetisini kısmen kaybetmek için çok gençti. Gözlerim her kuruladığımda yeniden doluyor, perişan haldeki ailesi odaya girip çıkan doktorlardan birkaç olumlu kelime duyabilmek adına çırpınıyordu. Korkunçtu. Korkunç ve inanılmaz.

Böylesine bir olayın yayılmaması elbette mümkün değildi. Ulusal kanallarda sıcak gelişme başlıklarını süsleyen her haberde, bir haftadır kayıp olan yirmi altı yaşındaki Theodore J. C.'nin bilinci kapalı ve dili kesilmiş bir şekilde bulunduğu anlatılıyordu. Genç adam bir ritüele mi kurban gitmişti? Yoksa sebebi kıskançlık mıydı? Bu bir tür cezalandırılma olabilir miydi?

"Ne boktan." diye mırıldandım kendi kendime. Hastane koridorundaki televizyonda verilen habere diktiğim gözlerimi çekmemiş, Theo'yla ortak arkadaşımız olan Yousef başını salladığında avuç içimle yüzümü sıvazlamıştım.

"Adamım, bunu her kim yaptıysa merhametsiz bir cani işte. Neden yaptığı kimin umrunda? İçerideki adam siktiğimin geri kalan ömrü boyunca düzgün konuşamayacak."

Vücudumdaki öfkenin, gerginliğin bir tarifi yoktu. Ailesi onu görebilmek adına içeri alınırken sesli bir nefes verdim. Umarım bulunurdu. Bulunur ve siktiğimin hapishanesinin en dibinde çürürdü.

Yarım saat kadar sonra Yousef ve bana Theo'yu görebileceğimiz söylendi. Odaya girerken ifademi onu rahatsız etmeyecek, yaralamayacak veya ona acıdığımı düşündürmeyecek bir düzlükte ama onu önemsediğimi de belli edecek sıcaklıkta tutmaya çabaladım. Bizi kısık, boş bakışları karşıladı. Gözleri gözlerime değer değmez dolup, sonrasında sağında kalan pencerelere döndüğünde Yousef hemen yanındaki koltuğa oturmuştu.

"Adamım," dedi kısıkça. "Bunda berbatım. Ne söylenir bilmiyorum ama siktiğimin ömrü boyunca yanında olacağım. Duyuyor musun? Senden önce ölürsem bile sana musallat olacağım."

Theo gülümsedi. Gözlerimin dolduğunu hissederken yatağa yaklaştım. Söyleyecek bir şeyim yoktu ama yanında olduğumu hissettirmek adına avuç içimi omzuna yasladım. Dokunuşumdan yavaşça uzaklaştı. Yousef'le birbirimize baktık. Şey gibiydi, neredeyse ona dokunmamı istemiyor, beni görmezden geliyordu diyebilirdim.

Yousef'in arkasında kalan çekmecenin üzerindeki kağıt ve kaleme uzandı. Onun görmeyeceğinden emin olacağı şekilde sakladığı kağıdı avucunun içine yerleştirip, bir iki kelime karaladıktan sonra bana uzattı. Biraz buruşmuştu ve düz bir zeminde yazılmadığı için dağınıktı ama netti.

Seni istiyor.

Kaşlarım yavaşça çatıldı. "Bu ne anlama geliyor?" diye mırıldandım.

Theo'nun bakışlarıyla buluşan gözlerimde anlamamazlığın verdiği karmaşa sürerken o, ağzını güçlükle araladı.

"Dikkatli..." dedi zorlukla. "...ol."

Siktir oradan. Bunu yapan kişi benim adımı vermiş olamazdı, değil mi? Bu çok saçmaydı. Anlamsızdı. Beni nereden tanıyordu, neden beni istediğini söylesindi ki?

Sehpaya çarpıp devirdiğim papatyalarla dolu vazonun parçaları etrafa dağıldığında farkettim, adımlarımın beni geri çektiğini. Bir çifti kafa karışıklığıyla, diğeri acımayla bakan gözlere ikinci kez bakamadım. Odadan çıkarken ayağım kırık cam parçaları ve suyla kaplı zemin yüzünden kaymıştı ama kısa sürede toparlanmış, yürümeyi kesmemiştim. Telaşlı adımlarım hastanenin dışına çıktığımda daha da hızlanmıştı. Bir taksiye binerken avucumda sıkıştırdığım kağıda bir kez daha baktım.

bird's prey : kookminWhere stories live. Discover now