0.2

86 20 4
                                    








"felix, sanat okuluna kaydını aldırmak zorundayız." diyen anneme karşı yalvaran gözlerle bakıyordum. insanlığın düşüncelerini çürütmek adına açılan bu okulda nasıl hayatımı sürdürebileceğimi bilmiyordum. hiçbir okuldan kabul alamamıştım. tek çarem buydu ve ben çocuk gibi ağlıyordum saatlerdir. onların düşüncelerine, isteklerine karşı gelmek demekti bu. hissettiğim korkuydu daha çok.

babam sigarasına sarılmıştı her zaman olduğu gibi. ev dumanlardan görünmeyecek hâle gelmişti fakat hâlâ duman altında düşünüyordu. ne düşündüğü hakkında en ufak fikrim yoktu. bu sırada kardeşim olivia geldi. beni gözyaşları içinde görmesiyle şoka uğramış gibiydi. yanıma yaklaşarak ne olduğunu sordu fısıltı hâlindeki sesiyle. babamın yumruklarını masaya vurmasıyla o yerinde sıçrarken ben ise kollarımın arasına almıştım bedenini. en azından onu korumalıyım diye düşündüm.

"ne yaptı biliyor musun olivia? siktiğimin okulundan atıldı!" sesi duvarların arasında defalarca yankılanıyor ve kalbim daha hızlı atıyordu. olivia bana baktı, ne yaptın sen demek ister gibi. bakışlarımızla konuştuk o an çünkü sesimiz çıksa iyi şeyler olmayacaktı. biz susmak zorunda bırakılanlardık. ruhlarımıza varana kadar sessizliğe bürünmüştük korkudan.

titreyen ellerimle kardeşimin saçlarını okşadım. ben korkuyordum ama en azından o korkmasın istedim. güçlü olmasa da onu koruyacak bir abisi vardı, güvensin istedim. "hadi sen odana git. sana aldığım hediyeyi de görmüş olursun üstelik." diyerek gülümsedim burukça. yanımdan ayrılmak istemediğini bakışlarından anladım. sol gözümden bir yaş süzüldü, hızlıca silmek zorunda kaldım. sahte de olsa bir gülümseme takındım yüzüme. ayağa kalkarak odasına doğru ilerlediğinde yüreğime su serpilmişti sanki.

olivia'ya kulaklık almıştım. müzik dinlemeyi çok seviyordu. son zamanlarda çok fazla insan şarkı çıkarmaya başlamıştı. bunu fırsat olarak gören kız kardeşim müzğin hayatına renk kattığını söylerdi ve ne zaman bu açıdan düşünsem hayatımın renksiz olduğu kanısına varıyordum.

"felix!" babamın sesini yükseltmesiyle kendimi korumak için çabalara girişmiştim. çocuk gibi saklansam dolabıma veyahut masanın altına. hiç görünmeyeceğimi sandığım yorganın altında da durmak isterdim mesela. belki bir zamanlar olduğu gibi görünmez bir çocuk olurdum.

saçlarımdan tutup yüzümü kendisine çevirdiğinde, bakışlarındaki nefreti görebilmiştim bir kez daha. "eğer o okulda okuyorum diye müziğe yada sanata merak salarsan bu evde alacağın her nefesi sana zehir ederim. annen de seni kurtaramaz bu sefer. anladın mı?" korkuyla başımı olumlu anlamda sallamıştım defalarca. bakışlarım anneme kaydığında gözleri dolu dolu beni izlediğini görmüştüm. her zaman bana elini uzatamıyordu, kurtaramıyordu beni.

saçlarımı çekiştirmeyi bıraktığında annem onun yanına gelerek onu rahatlatmak adına yakalarını gevşetmişti. bu sırada odama geçmem için bakışlarıyla odamı işaret etmişti bana. hızlıca ayağa kalkmış ve odama gitmiştim. kapıyı kilitledim, kız kardeşim müziğini dinliyordu dizlerine sarılarak. gülümsedim bu manzaraya. belki, ben de değişiyordum artık. müziğe, müzik dinleyenlere eskisi gibi tepki göstermiyordum. üzerimdeki baskı gün geçtikçe artıyorken nedense baskılarına karşı gelmeyi düşünmüştüm ani bir cesaretle.

bağırışlar duymaya başladım. annem ile babam kavga ediyor olmalıydı, yine benim yüzümden olmalıydı. kendime lanetler okumaya başlamışken kız kardeşim yanına çekiştirdi beni. kulaklığının tekini kulağıma takarak başını omzuma yasladı. sanki o an bambaşka bir dünyayla tanışmıştım. hafif bir tınıyla kulağımı okşayan bu müzik, bana anlatılan kadar kötü değildi. aksine her şeyi unutturabilecek kadar güçlüydü. sahi, süper güçler dediğimiz şeyler şarkılara mı gizlenmişti yoksa? ailem öğrenirse ne yapardım? aklıma binbir soru ve korku yerleşiyorken gözlerimi kapatarak melodiye bıraktım kendimi.

hayallerimde bir çocuk gördüm. benim yaşlarımda. kıvırcık saçlı, yanağında minik bir ben var. biraz sincabı andırıyor, belki de dünyanın yedi harikasından biri. sarılıyor bana. sarı saçlarımı okşuyor. babamın çekiştirip durduğu saçlarımı okşamaya bile korkuyor. "bir gün beni tanıyacaksın." diyor bana. hayallerimde, kendi kurmacam olan bu çocuk umut veriyor. hastalıklı bir ruhum olduğunu hissediyordum. bunca stres beni delirtiyordu.

delirmek. çoğu şeyden korktuğum gibi delirmekten de korkuyordum. muhteşem bir hayatımın olduğunu düşlediğim zamanlarda bana eşlik eden bu çocuk beni delirtiyordu günden güne. sadece o değil, hayat da beni delirtiyordu. yaşadığım, yaşayacak olduğum her şey. daha sonra bir ses duydum. içimdeki sesti bu. "izin ver; delir, ruhun hastalıklı olsun çünkü bir gün iyileşeceksin. korktuğun her şeyin çaresi var. bir gün bulacaksın çaresini, kurtulacaksın." dedi. o an kendi kendime düşünmüştüm. belki de saatler sürmüştü ve beni rahatlatan müzik sayesinde farkına bile varmamıştım saatlerin, dakikaların.

bu şarkı benim hakkımdaydı. her bir sözü, melodisi, yüksek notaları, bunlar benim yaşadıklarımdı. "olivia... döngüye sarar mısın?" diye sordum sessizce. kız kardeşimin ufak bir kıkırdama bıraktığını duyarak isteğimi yerine getirdiğini anlamıştım kulağımda çalmaya devam eden müzik sayesinde. bu sırada nefesim ağırlaşmaya başladı. beynim artık düşüncelerimi kaldıramıyor, her şey tamamen bulanıklaşıyordu. bir süre sonra müziğin sesi de tıpkı annem ile babamın bağırışları gibi duyulmaz bir hâle geldi. uyumadan önceki son dakikalarımda daha yüksek sesle duymak istemiştim müziğin sesini, çünkü bir tek o susturabilirdi her şeyi...





the loneliestWhere stories live. Discover now