1.1

18 6 0
                                    







olivia'nın ağzından.


gözlerim hâlâ o günkü acıyı hatırlıyor. felix'in evden kaçtığı, beni bırakıp gittiği o karanlık anı. o gün, evimiz sessizliğe gömülmüştü. sadece, beni terk edeceğini asla düşünmemiştim. "neden?" diye sordum boş odaya, ama cevap alamadım. sadece sessizlik. o sessizliğin içinde yankılanan kelimeler ve içimde büyüyen acıyla yalnız kaldım. ona duyduğum sevgi, hızla yerini nefrete bıraktı. nasıl yapabilirdi bunu bana? nasıl terk edebilirdi beni, bu kadar kolayca? belki de en çok üzüldüğüm şey, kendime olan güvensizliğimdi. onun bıraktığı boşluk, içimi bir karanlıkla doldurdu. artık her şeyin anlamını yitirdiği bir dünyada, yalnızca kırık bir kalp ve paramparça bir ruh kaldı geriye.

telefon konuşmasının bana iyi geleceğini düşünsem de yanılmıştım, fazlasıyla. daha çok acı katmıştı bana. sesindeki çaresizliği duymak içimdeki nefreti söndürmeye başlamıştı. hayır, bana acı çektirdiğini unutup abisinin kollarına koşan kardeş olmak istemiyordum daha fazla. bunca zaman benim yanımda olup şimdi beni terk eden abime karşı kağıtlar, mürekepler harcayabilirdim. gözyaşlarımla sulayabilirdim mürekkeple dolup taşan kağıtları. yapmadım, yapamadım. duygularımı içime saklamak istedim bir seferliğine de olsa.

babamın anneme bağırdığı, eline ne geçiyorsa kırıp döktüğü dakikalarda -farkında olmasa da- tek zarar verdiği eşyalar değildi. annem her zaman o senin baban, iyi biri olsa da olmasa da, dese bile benim bakış açım çoktan değişmişti. abime nefret beslerken babama tek bir duygumu bile harcayacak gücüm yoktu. nefretime bile değmeyecek bir adamdı, biliyordum.

gecenin karanlığına gömülmüşken, zihnimde dönüp duran tek şey, ne yapmam gerektiğiydi. evden kaçma fikri aklımın her yanındaydı. tıpkı abimin yaptığı gibi. annemle konuşmak istiyordum. onu ardımda bırakıp nereye gideceğimi bilmeden gitmek istemiyordum, korkuyordum. ışığını söndüren adamdan kurtulmak ona ödül gibi gelecekti belki de.

bağırışma sesleri yerini sessizliğe bırakırken içime dolan cesaret duygusuyla odamdan çıkmıştım. cam kırıklarını temizlemeye çalışan annemi gördüm. gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüyor, elindeki cam kırıklarına bakarak derin bir iç geçirip devam ediyordu etrafı toparlamaya. dudaklarımı birbirine bastırdım bir süreliğine. buraya kadar gelmişken geri dönemezdim. en dibe batma olasılığımız vardı çünkü babam, babam denilen adam bizi de kendisiyle birlikte en dibe çekiyordu. yavaş ve acı verici şekilde.

annemin yanına geldiğimde yere oturdum. ellerindeki cam kırıklarını alarak poşetin içine attığımda gözlerimin içine baktı. gözleri ilk defa bu kadar yorgun, ilk defa bu kadar kırgın bakıyordu. "anne," dedim. onun karşımda ağlıyor oluşuna dayanamadım, ben de ağladım. ikimiz de birbirimize bakarak sessiz gözyaşları döküyorken ben içten içe cesaretimi topluyordum konuşmak için. "babama daha fazla katlanmak zorunda değilsin. buradan gidebiliriz, kendi hayatımızı kurabiliriz. biliyorsun değil mi? sen çok güçlüsün anne. lütfen bu evden birlikte çıkalım. kavgasız, gürültüsüz... huzur içinde yaşayalım. yalvarırım..."

burukça gülümsedi, elinin tersiyle sildi gözyaşlarını. kollarını bedenime sarmışken saçlarımın arasındaki çenesini hissedebiliyordum. gözlerim umutla parladı bir anlığına. beraber bu evden çıkıp gittiğimiz güzel hayaller kurmaya başlamıştım. toz pembe hayaller. annem fısıldadı kulağıma. "burada kalmak zorundayım olivia. senin gitmene yardımcı olabilirim fakat zamanı gelinceye dek burada kalmak zorundayım." geri çekilerek gözlerimin içine baktı. tam dudaklarımı aralayıp ona karşı gelecekken işaret parmağını dudaklarıma bastırdı konuşmamam için. ellerimden tutarak ayağı kalkmamda yardımcı olduğunda adımlarımızı odama yönlendirdi.

"gitmek istediğinizi, burada yaşamanın cehennemden farksız olduğunu en başından beri biliyordum. bu yüzden abinin gitmesine kızmadım. sizi koruyamadım. denedim, başaramadım. yine de babanıza nefret duygusu beslemeyin istedim. şu noktada ben bile onu tanıyamazken sizin bu evde kalmanız sağlıklı değil. olivia, bebeğim, söz veriyorum en kısa zamanda her neredeyseniz sizi bulacağım. eğer ki gitme kararın kesinse, senin arkandayım. hatta... teyzenle kalabilirsin." bakışlarım onun yüzünde gezindikçe yeni bir duyguyla cümle kurmaya çalıştığını fark ettim. son cümleleri umudu barındırıyordu ve benim de umuda ihtiyacım vardı. derin bir iç çektim.

"sen ne olacaksın anne? teyzemle kalırsam senin için daha çok endişeleneceğim babam yüzünden." alnıma uzunca bir öpücük kondurduğunda burukça gülümsemesi içten bir gülümsemeye dönüştü beklemediğim bir şekilde. gözlerimi kırpıştırdım sanki bunların hepsi bir rüyaymış ve uyanmam gerekiyormuş gibi.

"söz verdim sana. nereye giderseniz gidin, ikinizi de bulacağım. ailemizi bir araya getireceğim. sana zarar verir korkusundan geceleri uyuyamıyorum olivia çünkü abini koruyamadım zamanında. bu yüzden gitti. ona kızma, o senin abin. onu çok sev olur mu?" gözlerim annemin çaresizlikle dolu bakışlarına takılı kaldı. derin çizgilerle işlenmiş yüzü, hayatın ağırlığını taşıyan bir haritaydı. her bir kırışık, geçmişin yükünü omuzlarında taşıyan bir iz gibi duruyordu. bakışlarında, benim için hissettiği endişe ve çaresizlik vardı. sanki bir çıkış yolu bulmak için çabalıyor, ancak yaşamın karmaşıklığı karşısında aciz kalmış gibi görünüyordu. başımı olumlu anlamda salladım bütün söylediklerine karşı. içimde abime karşı nefret beslesem de, belki, bir gün, eskisi gibi olurduk. hayatın bize neler sakladığını öğreneceğimiz günde...








the loneliestTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon