1.9

12 7 0
                                    











olivia'nın gelmesini beklerken, heyecan ve sabırsızlık iç içe geçmişti içimde. onun varlığıyla paylaşacağımız bu özel anları düşündükçe, yüreğimde bir coşku ve mutluluk dalgası yükseliyordu her şeye rağmen. güneş, yavaş yavaş ufuk çizgisinden yükselirken, sahilin büyüsü daha da belirginleşiyordu. çok geçmeden adım sesleri duydum yakınımda. gülümseyerek ayağa kalktım, bu sefer güçlü rolünü oynamaktan başka çaremin olmadığını biliyordum. etrafa bakındığımda olivia'yı gördüm. çillerinin bir kısmı siyah saçları yüzünden gizlenmişti. adımlarımı ona yönlendirerek kollarımı onun bedenine sardım hızlıca. "buraya geldiğin için teşekkür ederim," diyerek fısıldadım kulağına doğru. kolları bedenimi sarıp sarmalarken çenemi onun omzuna yaslamıştım. "teşekkür etmene gerek yok. buraya gelmek dışında pek bir şey yapmadım." dedi. sesi rahatlatıcı tonlarda geziniyordu. bu ise beni güçsüzleştiriyordu -ben farkında olmasam da.- onun bana iyi davranması beni daha suçlu hissettiriyordu. yeteri kadar suçluydum, cezasını çekmeye hazır bir acizdim.

sarılmamız sona erdiğinde, beraber kumların üzerine oturduk. başımı onun omzuna yasladım. o da bana yaslandı, elimi tuttu buradayım dercesine. sıcacık elleri içimi ısıtırken gülümsedim. "saat erken diye uyuyorsundur diye düşündüm. yine de aramak istedim. büyüleyici manzaraya senin de şahit olman gerekiyordu." gülümsedim. her ne kadar görmeyeceğini bilsem de gülümsedim. buralara kadar sürükleneceğimiz aklımın ucundan geçmezdi.

kıkırdadı. "manzaraya şahit olmam gerektiğini düşünerek aramadığına adımın olivia olduğu kadar eminim. bana ihtiyacın vardı, benimle vakit geçirmeye. birbirimizi göremediğimiz günlerin telafisi adına." dediklerine karşı sessiz kaldım. haklıydı. gereksiz bir gurur yapıyordum, kendi dudaklarımın arasından dökemiyordum bu cümleleri ona. bana bundan dolayı kızmayacağının farkındaydım. belki de o kadar çok kırmıştım ki kalbini, buna üzülemeyecek kadar köreltmiştim duygularını.

derin bir iç çektiğini duydum. hayatın bütün yükünü verdiğin nefesle birlikte buraya bırakmıştın sanki. "biliyor musun," dedi. cevap vermeye yeltenmişken o cümlesini devam ettirdi. "annem sanat okulu açmış. herkes ona yan gözle bakmış başta. bizim yaşlarımızdaki kişiler annemin okuluna kaydolunca insanlar bunun önüne geçemeyeceklerini anlamış. biz korkuyla müzik dinliyorduk ya, şimdi herkes rahatlıkla dinleyebiliyor. zihniyetlerini kenara bıraktılar sonunda." duyduklarıma karşı hem şaşırmış hemde sevinmiştim. annemin sanat okulu açacağı aklımın ucundan bile geçmemişti şu ana kadar. o da özgürlüğüne kavuşmuştu. tıpkı bizim gibi.

"her ülkede müzik dinlemenin veyahut sanatla uğraşmanın korkunç bir şey olarak görüldüğünü düşünmüştüm. buraya geldiğimde çok şaşırdım bu yüzden. oradaki pek çok insan bu zihniyetin ortadan kalkmış olmasına o kadar sevinmiştir ki... annemizin de bunda büyük bir rolü var. onunla gurur duyuyorum." dedim. elimde olsaydı annemin şu an yanımızda olmasını isterdim. sıkıca sarılıp ağlardım muhtemelen çünkü o, ne yaparsam yapayım beni kitap gibi okuyabilecek tek insandı. yalnızca gözlerimin içine bakacak ve sıkıca sarılacaktı bana. belki saçlarımı okşardı, belki de başucumda çocukmuşum gibi uyumamı beklerdi. kurduğum hayaller eşliğinde gülümsedim.

"sence buraya, bizi ziyaret etmeye gelir mi?"

bir süreliğine soruma cevap gelmedi. düşünüyor muydu yoksa bu soruma ihtimal mi vermiyordu bilmiyordum. başımı dikkatlice onun omzundan kaldırarak yüzüne yönlendirdim bakışlarımı. gözleri kırgınlıkla bakıyordu. "bizi ziyaret etmeye gelir mi bilmiyorum," dedi titreyen sesiyle. zar zor yutkunuşuna, bakışlarını kaçırışına şahit oldum. destek olmak istercesine elini sıkıca tuttum. cesaret bulmuş gibi devam ettirdi cümlesini. "benim açımdan, o yeni bir hayat kurdu. yeni hayatında bizim yerimiz var mı bunu kestiremiyorum bazen. beni arıyor, konuşuyoruz ama hiçbir zaman onu göremeyecekmişim gibi hissediyorum."

saçlarını kulaklarının arkasına atarak alnına uzun bir buse kondurdum. gülümsemeye çalıştım çünkü benden güç alacaktı biliyordum. "yeni hayatında yerimiz olsa da olmasa da, sen ve ben birbirimize sahip çıkacağız. bunu aklından asla çıkarma. seni çağırmamdaki sebeplerden biri de bu, bunu sana hatırlatmak." elimi bırakarak kollarını boynuma sardı. sarılışına karşılık verirken saçlarını da okşamaya başlamıştım seni iyi hissettirmesi adına. hâlâ bebekten farksız olduğunu biliyordum. sen değişmezdin, benim gibi değildin.

beraber geçirdiğimiz saatlerin sonunda teyzemle kaldığın eve kadar eşlik etmiştim. her ne kadar beraber kahvaltı yapmamız gerektiği hakkında ısrar etsen de seni reddetmek zorunda kalmıştım. zorunda kalmıştım çünkü korkmuştum. teyzemi görünce annemi hatırlayıp ağlamaktan korkmuştum. oysa her insan doğarken ağlamamış mıydı, ben neden korkuyordum ağlamaktan?

sorun bendim, kendimle barışık olmayı başaramıyor oluşumdu. ben kendime böyle davrandıkça beni kimse sevmeyecekti biliyordum. yine de bu hisleri, düşünceleri durduramıyordum. gün geçtikçe daha da derin sulara batıyordum. kurtulmak istesem de daha da dibe çekiyordum kendimi. bu yüzden, olivia'nın karşısında gülümsemek istedim. beni iyi bir şekilde görmesini istedim, beni normal halimle asla mutlu göremeyecekti. belki de konuşmaya bile çekinecekti gömüldüğüm sessizlik yüzünden. her şeyimi elimden almaya çalışmış olan hayat; bir şans daha vermişti gülümsemem için. umut dediğimiz duyguya sıkıca tutunmamı istiyordu, belliydi, ve ben öylesine güçsüzcüm ki önümde duran umut adındaki ipe sıkıca tutunamayıp batacaktım okyanusumun en derinliklerimde.










the loneliestWhere stories live. Discover now