1.5

16 7 0
                                    



olivia'nın ağzından.





sınıfa girdiğimde gözlerim o kuytu köşede oturan kızla kesişmişti. içimde bir fırtınalar kopmaya başlamıştı. o an, sanki zaman durmuş gibiydi; sınıfın geri kalanı yok olmuştu, sadece o kız ve ben kalmıştık. kızın gözlerinde, umutla parlayan yıldızlar vardı. gülümsediğinde, içimde bir çiçek açtı, kendini belli eden gamzesinde takılı kaldı bakışlarım. adeta bahar gelmişti ruhuma. gözlerim, o samimi gülümsemesinde takılı kaldı; o gamzeleri, beni derin bir büyüyle çekiyordu. dersler geçtikçe, kalbim zihnimdeki tahtına hükmetmişti. o kızı düşünmeden geçen bir anım yoktu; göz göze geldiğimizde, içtenlikle gülümsüyordu bana. ben ise utançla kaçırıyordum bakışlarımı. belki de bu aşktı, ruhumun derinliklerine dokunan bir melodi gibiydi; duyduğum en güzel şarkıydı. bu duyguları taşımanın utanç ve heyecanını yaşıyordum. bakışlarımız kesiştiğinde, yüzüm kızarıyor, ama içimdeki sevgi denizinde kayboluyordum anlayamadığım bir şekilde. belki de bu, aşkın kendine özgü bir dilini bulmaya çalışmanın, hislerin karmaşıklığını deneyimlemenin bir parçasıydı. onun gülüşü, duyduğum en güzel şarkının notalarını oluşturuyordu. ve ben, bu melodiyle dans etmeye, bu duyguların bana öğrettikleriyle büyümeye hazır bir şekilde kendimi buluyordum.

ilk görüşte aşk. bütün bu hissettiklerime verilen ad buydu belki de. ilk görüşte aşık olmak, adeta bir büyü gibiydi. gözlerim tek bir bakışıyla kaptırmıştı kendisini bilmediği okyanuslara. sürekli onunla konuşmak için bahane arıyordum. beni tanımıyordu, ben de onu tanımıyordum. sınıfta birbirimizi ilk görüşümüz olmasa da konuşmalarımız, gülümsemelerimiz ilkti veyahut ilk olacaktı. gözlerimin içine her bakışımda kayboluyordum gözlerinde. hayır, mavi değildi gözleri. öylesine güzel bakıyordu ki bu dünyaya. itiraf etmek istiyordum; hislerimi değil, güzelliğini. kahverengi saçların arasına gizlenmiş melek yüzünü.

yanındaki boşluğu gördüğümde gözlerim parladı. "yanına oturabilir miyim?" diye sordum heyecanla. o da bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi gülümsedi. yanını pat patlayarak yanına gelebileceğimi söylediğinde anında çantamı alarak yanına oturmuştum. ona bu kadar yakın olmak bütün bedenimi altüst etmişti. ellerim titriyor, nefes bile alamıyordum heyecandan. sonunda derin bir nefes aldığımda bir sorun olduğunu anlayarak titreyen ellerime bakmıştı. "bu okula gelmek seni çok fazla strese sokmuş olmalı..." dedi sakinleştirici bir ses tonuyla. hiçbir şey diyemeden yüzüne baktığımda ellerimi tutmuştu nazikçe. ona gerçekleri söyleyemeyeceğim için çaresizce başımı olumlu anlamda sallamıştım.

ellerini çekerek parmağındaki yüzüğü çıkarıp bana uzatmıştı. "ne zaman stres olsam bu yüzük beni sakinleştiriyor. özel bir enerjisi varmış gibi hissediyorum. senin olsun, hem benden anı kalmış olur." gözlerine şaşkınlıkla bakmıştım. o yüzüğü parmağıma takıp sırtımı sıvazlamıştı. gülümseyerek teşekkür etmiştim ona. bu sırada zilin çaldığını duymuştum. dersin başlayacağını anlamamla durgunlaşmıştım biraz. "başımı omzuna yaslasam olur mu?" diye sordum mahcup bir şekilde. saçlarımı kulaklarımın arkasına atarak başını olumlu anlamda salladı. genişçe bir gülümsemeyle başımı omzuna yaslamıştım. kalbim delicesine çarpıyordu, resmen yerinden çıkacaktı.

derse giren öğretmeni gördüğümde, öğretmenin beni terk edip giden abim olduğunu anladığım an, içimde bir fırtına koptu. önce şaşkınlıkla dolup taştım, sonra ise derin bir hüzün beni sarıverdi. gözlerim, karşımda duran öğretmenin yüzünde, abimle olan geçmişimizin izlerini aradı. dersin işleyişi adeta bir kabustu. o, bir zamanlar ailemizdeki bir figür olarak bilip güvendiğim kişiydi ve şimdi karşımda ders anlatan biri olarak duruyordu. geçmişin acılarıyla dolu bir hikayenin, şimdi ders notları arasına sıkışmış olması, duygusal olarak çıkmaz bir durumdaydı.

sınıftaki diğer öğrenciler sıradan bir şekilde derse odaklanmışken, benim zihnim geçmişte sıkışıp kalmıştı. her şey bir anda canlandı gözlerimin önünde. felix'in yüzü, hem yabancı hem de tanıdık bir şekilde karşımda duruyordu. gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissettiğimde başımı onun omzundan kaldırmıştım. yanaklarımı ıslatan gözyaşlarını yanımdaki beden gördüğünde elini kaldırmıştı. "bay lee, arkadaşım kötü hissediyor. lavaboya gidebilir miyiz?"

"gidebilirsiniz hannah, lütfen gecikmeyin." onun adını bu şekilde abimin ağzından duymak beni daha kötü hissettirmişti. beraber ayağa kalktığımızda tam sınıftan çıkacakken göz göze gelmiştik felix'le. şaşkınlığın süslemiş olduğu hüzünlü bakışlar üzerimde gezinirken burnumu çekerek sınıftan çıkmıştım hannah'la beraber. dudaklarımın arasından istemsizce hıçkırıklar kaçırıyordum. ruhumdaki acının bedenime yansıyış şekliydi bu.

sırtımı sıvazlayarak beni lavaboya götürdüğünde önce yüzümü yıkamam için saçlarımı parmaklarının arasına hapsetmişti önüme gelmemesi adına. yüzümü yıkadığımda aynadaki görüntümle göz göze gelmek midemi bulandırmıştı, acınası görünüyordum. hannah cebinden peçete çıkararak bana uzattı. "neden bir anda ağlamaya başladın bilmiyorum ama hiçbir şey üzülmene değmez." demişti sakinleştirici bir ses tonuyla.  verdiği peçeteyle yüzümü sildikten sonra burukça gülümsedim. o ise bu gülümsemeyi gördüğü an kollarını açtı bana. sıkıca sarıldı. içimde bir şeylerin koptuğunu hissediyor olsam da güçlü olmaya çalıştım. başka çarem yoktu, şu an yeteri kadar güçsüzdüm sonuçta.

"bu kişi abimse yine de üzülmeye değmez mi?"

"değmez," dedi net bir şekilde.

"değmez, çünkü abine takılı kalarak gelecek kuramazsın kendine. taşlarla dolu bir yolda yürüdüğünü düşün. taşlar küçük olduğu için rahatça yürüyebiliyordun. arkana baktıkça önüne daha büyük taşların yerleştiğini göremiyorsun ve bak; düşüyorsun. bu gözyaşlarını dökme sebebin sert olan düşüşler, olivia. eminim çok güçlüsündür, lütfen düşüncelerine yenilme."

başımı omzuna gömerek sessizliğimi korumuştum. kurduğu her cümlede haklıydı. o kadar haklıydı ki ne diyebilirdim bu cümlelere karşılık, bilemiyordum. sert düşüşlerin de bir kalkışı olmalıydı. yoksa hayat daha da dibe çekecekti beni. en dipte olduğumda bunun sadece başlangıç olacağını söyleyecekti. gözlerimi kapattım. kulağıma yaklaştığını hissetmiştim o anda. "her şey yoluna girecek, olivia. söz veriyorum. geç olsa da her şeyin yoluna girdiğini göreceksin."











the loneliestWhere stories live. Discover now