final.

45 7 3
                                    








jisung'ın ağzından.










sınanıyoruz.

her ruh bu evrene sınanmak için gönderilmiştir. kimi ailesi ile sınanır, kimi dostu ile, kimisi evlatları ile sınanır. kimisi ise sağlığıyla sınanır bu güzel dünyada. bu yaşıma gelene kadar hiç zorluk çektiğimi düşünmemiştim. zamanımızın ortalama ailelerinden birinin içinde doğmuştum. mesela hiç para sıkıntısı çekmemiştim ya da arkadaşlarımdan dost kazığı yememiştim bu yaşıma kadar. hiç aldatılmamıştım, hiç ihanete uğramamıştım. hep sevildiğimi hissetmiştim, bazen yetersiz gelse bile hep hissetmiştim sevgiyi. sağlıktan yana ise yüzüm bir türlü gülmemişti.

şimdi ise odamdayım, sevgilim ile odamız. kenarına oturmuş, elimde bir kağıt ile oturuyorum. gözlerim yıpranmış kağıdın üzerindeki satırlarda dolanıp duruyor. ayıramıyorum bakışlarımı lanet olası kağıttan. kurşun kalem ile yazılan satırları inceledikçe kalbimde bir baskı oluşuyor, nefesim kesiliyor sanki. güzel bir el yazısıyla yazılan kelimelerin her biri bedenimi geriyor. geriliyorum, gerildikçe kalbim sıkışıyor. ah felix... diye geçiriyorum aklımdan. ah felix, bana bunu neden yapıyorsun?

içimdeki düşünce okyanusu geçen her saniye beni daha çok bitiriyor, aynı anda yaşadığım bunca his zihnimi uyuşturuyordu. dış kapıdan gelen ses ile bakışlarımı elimdeki kağıttan ayırıp odanın kapalı kapısına çeviriyorum. çok geçmeden narin elleri açıyor odanın kapısını. "burada mısın sevgilim?" diyerek içeri giriyor dünyamın en güzel insanı. yüzünde güzel bir gülümsemeyle giriyor odaya. yanıma doğru birkaç adım atmışken o güzel gülümseme soluyor. ilk önce gözleri elimdeki kağıda odaklanıyor ardından suratım oluyor, titreyen göz bebeklerinin adresi. yavaşça kalkıyorum ve ona dönüyorum. boğazımda bir düğüm, nefes almayı geçtim artık konuşmama da izin vermiyor. çaresizce elimdeki kağıdı sallıyorum sadece. o ise hızlıca üzerime doğru geliyor.

"ver onu bana." diyerek elime doğru uzanıyor, arkama saklıyorum elimdeki kağıdı. hiç yaşamadığım duyguları yaşıyordum şu noktada. kağıdı ellerimin arasından almaya çalışıyor gözyaşlarıyla. "ver şunu jisung, şimdi değil..." titreyen sesi yükseliyor odamızda. başını iki yana sallıyor, onun da boğazı düğümleniyor. ruhunu okuyorum ben kitap misali. hıçkırmaya başlıyor karşımda. itiyorum onu, uzaklaştırıyorum kendimden. kağıdı gözlerimin önüne getiriyorum tekrardan.

"neden yaptın bunu?" diye soruyorum sesimi sakin ve düz tutmaya çalışarak. o karşımda ağladıkça benim de bağırıp çağırasım geliyor. ortalığı dağıtmak istiyorum bu lanet evin içinde. felix ise tek kelime etmiyor sorduğum soruya karşı. beni daha çok sinirlendiriyor bu durum.

"cevap ver!" diye bağırıyorum avazım çıktığı kadar. korkuyor, birkaç adım uzaklaşıyor benden. "cevap ver bana, felix. bana cevap ver. neden elimde böyle bir kağıt var benim?!" diye bağırarak konuşuyorum. sesimi her ne kadar kontrol etmeye çalışsam da kendime hakim olamıyorum. sinirliyim, felix karşımda ağladıkça daha çok sinirleniyorum. sinirlendikçe kalbim deli gibi atıyor. çok hızlı, benim için çok hızlı...

"ne sandın? ölüp gideceksin ve ben bu siktiğimin kağıt parçasıyla kendimi mi avutacaktım?! derdin ne senin, neden böyle bir şey yazdın felix?!" bağırışımla evin duvarları sarsılıyor, deprem hissi yaratıyorum sesimin her yükselişinde. zemin ayağımın altından kayıyor sanki. felix konuşmuyor, ben daha çok deliriyorum. gözlerimi ondan ayırıyorum ve elimdeki kağıt parçasına bakıyorum. "...zorla evlendirileceğim gerçeğine daha fazla dayanamıyorum. yaşamayı hak etmiyorum jisung. yüzüne bakacak kadar gurur kalmadı avuçlarımda. ölmem gerekiyor!..." bağırarak okuyorum felix'in yazdığı satırları. ardından sinirle kağıdı elimde paramparça hâle getiriyorum. "çok güzel yazmışsın! beni de düşündün mü, ben ne yapacaktım?!" diye bağırıyorum ve kağıdın parçalarını sertçe felix'e doğru fırlatıyorum. bazı parçalar suratına çarparken irkilip daha çok geri çekiliyor. "sen beni öldürmek mi istiyorsun?" diye tekrardan avazım çıktığı kadar bağırıyorum. ansızın göğsümde sert bir ağrı yer ediniyor kendisine. bu çok farklı, diğerlerinden çok farklı. elimi sol tarafıma, tam göğsüme bastırıyorum. acının çekilmesini bekliyorum ama yok. daha çok yer ediniyor sanki olduğu yerde. felix'e doğru sendeliyorum, o ise hızla kollarını benim bedenime sarıyor. yere yığılmamı engelliyor. onun sayesinde yıkılmıyorum. dimdik olmasa da ayakta durabilmeyi başarıyorum.

"jisung, ne oldu?" endişeli sesi ulaşıyor kulağıma. beni yanımızdaki yatağa oturtuyor. gömleğimin düğmelerini açıyor titreyen elleriyle, nefes alamadığımın farkında. bana gösteriyor nefes almayı, nefes vermeyi ama tüm çabaları boşa. beceremiyorum. her denememde kalbim atmayı bırakıyor sanki. nefes alıp almamam önemli değil ki, nefes alsam da öleceğim almasam da. emredildi, kalbim durmak zorunda.

"bekle, yardım çağıracağım! tamam mı?" diye hızlı hızlı konuşuyor ve yatağa uzanmamı sağlıyor. çok fazla uzaklaşmadan elini yakalıyorum. izin vermiyorum gitmesine. son nefesimde yüzünü görmem gerekiyor. korkuyorum. son göreceğim şeyin boş duvarlar olmasından korkuyorum. "hemen geleceğim sevgilim. yardım çağırıp geleceğim." diyor bileğini kurtarmaya çalışırken. bırakmıyorum elini, daha çok sıkılaştırıyorum tutuşumu. gidemez, izin veremem.

"fel-lix..." kekeliyorum, doğru dürüst kelimeleri yan yana bile getiremiyorum. ağlıyor, bileğini kurtarmaya çalışıyor sıkı tutuşumdan. beceremiyor. nasıl hâlâ bu kadar güçlü olabildiğime şaşırıyorum ben de. "sa-sakın... sakın ölme."

son kelimelerim. bir daha konuşmayı bırakın dudaklarımı bile aralayamayacağım. birkaç dakika sonra tamamen bitecek bu ızdırap, vücudumdaki tüm acı çekilecek. benim için korkulacak hiçbir şey kalmayacak. sakince gözlerimi kapatacağım gün ışığına karşı. gün ışığıma karşı. ve gün benim için bir daha doğmayacak. felix ağlayacak biraz, ah hayır. biraz değil, felix çok ağlayacak. ağlaması bir türlü durulmayacak, aklından bu anı asla çıkaramayacak. belki de gözlerini her kırpışında benimle karşı karşıya kalacak. benim cansız yüzümle. hastaneye yetiştirecekler beni, tüm müdahalelere rağmen beni yeniden hayata döndüremeyecekler. ve felix'e bir soru soracaklar. bu soru ile tamamen yıkılacak. bunu sana söyleyecektim. ama bu kadar erken gideceğimden benim de haberim yoktu sevgilim. bu şekilde gideceğimden benim de haberim yoktu. kim bilebilirdi ki? kimse nasıl öleceğini bilemez sonuçta. özür dilerim güzelim, her şey için. seni bundan sonraki yaşamında koruyamayacağım için, gözyaşları dökmene neden olacağım için. her şey kelimesine sığmaz belki de bunların hiçbiri.

"merhumun kalp yetmezliğinden haberiniz var mıydı efendim?"

bu cümle aklımın içinde dolaşıyor. parmaklarım gevşiyor, bedenimde olan son gücü yitiriyorum. onun elini bırakmayacağımı fark edince gözyaşları içerisinde telefonuna sarılıyor sevgilim. ambulansı arıyor. sesini duymakta zorlanıyorum. gözlerimin önünde duran silüetine rağmen sesi çok uzaktan geliyor. soğuk terler akıyor alnımdan şakaklarıma doğru. ölmekten hiçbir zaman bu kadar korkmamıştım çünkü ansızın bu şekilde kapımı çalacağını düşünmemiştim, düşünmek dahi istememiştim.

gün ışığım, yüzüme yaklaştı. elimi sıkıca tutarken yüzüme hafifçe üfledi sanki bu şekilde nefes alabilecekmişim gibi. kalbimdeki acıya rağmen gülümsedim. dudaklarımı araladım ciğerlerime havanın girmesi için. biraz daha, beş dakika daha yaşamalıydım. sen çaresizce nefes almam için çabalarken ruhumu teslim edemezdim tanrıya, yapamazdım. yapmamalıydım. görüşüm giderek bulanıklaşmaya başlarken sıcak dudaklarını hissetmek istedim, bunun sonumuz olacağının farkındaydım. ve tanrı, onun dudaklarından son kez mahrum bıraktı beni. "korkma bir tanem... sakın korkma, gözlerini kapattığın anda yanında göreceksin beni. söz veriyorum..."






son.



























the loneliestWhere stories live. Discover now