1.2

13 6 0
                                    





olivia'nın ağzından.


elimde bavulumla, havalimanında öylece bekliyordum. bütün gece uyumamıştım. annem teyzemin yanına, avustralya'ya gitmem için bulduğu ilk bileti almıştı. telefonumla zamanı öldürmeye çalışsam da başarısız olmuştum. sanki zaman durmuştu her şeyin son bulacağı noktada. başımı koyacak bir omuz yoktu yanımda, tamamen tek başımaydım. yalnızlığı en derinime kadar hissediyordum ve bu hissin nasıl olduğunu en acı verici şekilde anlıyor gibiydim.

ben gitmeden önce avucuma sıkıştırmış olduğu paraya çevirdim bakışlarımı. burukça gülümsedim, duymayacak olsa da "teşekkür ederim anne." dedim fısıltıyla. arkama yaslanıp etrafa boş bakışlarla baktım. kaybedecek hiçbir şeyim yokken her şey manasız geliyordu.

tanıdık bedeni uzaktan gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. felix'ti. gözlerimi ovuşturdum, kendime deli muamelesi yapıyor gibiydim. inanamıyordum şu an tam karşımda onu görüyor olmaya. ne yaparsam yapayım hâlâ onu görüyordum. parlak sarı saçları, uzaktan kendini belli eden çilleri... yanında birisi daha vardı. sürekli ona destek olmaya çalışan biriydi. kimdi bilmiyordum. bakışlarım öylece ikisinin üzerinde gezindi. gözlerimin yaşlarla dolmaya başladığını fark ettiğimde bakışlarımı kaçırarak kapüşonumu kapattım. gözümün önünü göremeyecek kadar kapatmış olsam da umrumda değildi. felix'in yanıma gelmesine, benimle konuşmasına hazır değilim. belki konuşmak istemezdi bile. çok mutlu görünüyordu onunla. benimleyken hiç gülmezdi, gülüşleri zorakiydi. ilk defa içten bir gülümseme sunarken görmüştüm onu. tırnaklarımı avuçlarıma batırdım. gördüğüm kişi abim değil de babammış gibi strese giriyordum. annemin dediklerini hatırladım bu sırada. "...onu çok sev olur mu?" anne, özür dilerim, beni bırakıp giden birini sevemiyorum.

kapüşonu hafifçe geriye attım tekrar onu görebilmek için. biraz daha onu görmeliyim, diye düşündüm. yanındaki çocuk başını dizlerine yaslamış, o ise saçlarını okşuyordu. hıçkırarak ağlamak istemiştim. duygularımı bastırmaya çalışmak, annemin sesini aklımın bir köşesinde duymak, anıların gözümde canlanması... hiçbirine katlanamıyordum o karşımda duruyorken. başımı iki yana salladım çaresizce. beni görecek olma olasılığı beni öylesine heyecanlandırıyordu ki. aynı zamanda içsel bir karmaşa yaratıyordu. kalbim arsızdı, laf geçiremiyordum. canı yanmasına rağmen canını yakanları çok seviyordu, durduramıyordum. bakışlarımı kendi önüme çevirmeyi beceremedim. göz göze geldik. gözlerimin içine baktığında gördüm bakışlarındaki hüzünü. bir umut, beni tanımamış olması için dua ediyordum tanrıya. abime duyduğum nefretle baş etmeye çalışırken, ona sarılmak, acılarına ortak olmak istiyordum. içsel bir savaşın pençesindeydim. kalbimdeki karmaşa beni yıpratıyordu, çünkü onu sevmekle nefret etmek arasında gidip geliyordum. gözleriyle içime işleyen hüzün, beni sarsıyordu. tanınmamak için dua ettiğim o an, paradoksal bir şekilde kalbimin derinliklerindeki duygusal bağları daha da güçlendiriyordu. ne yapacağımı bilmiyordum; çaresizce ağlamak, ona sığınmak istiyordum, ancak nefretim beni zincirliyordu.

saçlarını okşadığı bedene kalkması gerektiğini söylediğini duyduğumda yanıma geleceğini anlamıştım. tanımıştı. gerçi tanımaması şu noktada imkansız olurdu. benimki çocukça bir umut, tanımamasını istemiştim. adım seslerini yakınımda duyuyorken dönüp ona bakma gibi bir zahmete girmemiştim. bavulumun yanında, dizleri üzerine çöktüğünde ellerimi tutmuştu. "olivia," dediği an ellerimi çektim panikle. derin bir iç çekse de şefkat dolu gülümsemesi yüzünden eksilmedi. uçağımın anons sesini duyduğumda bunu kaçmak için bir bahane olarak görmüştüm. "gitmem gerekiyor, uçağımın anonsu verildi." diyerek aceleyle bavulumu almıştım.

uçağa doğru adımlar atarken, içimdeki duygu fırtınası azalmaya başladı. dalgalı bir okyanus dalgalarını kaybetmiş gibiydi. metal kuşun, yani uçağın kusursuz kanatları, sanki bana bir masalın kapılarını aralıyordu. koltuğuma yerleşmiştim bu sırada. pencereden dışarı bakarken, dünyanın giderek küçüldüğüne şahit oluyordum geçen zamanla birlikte. hayatın karmaşası ise geride kalıyordu aklımca. belki de bu yolculuk, kendi kahramanlık destanımın ilk cümlelerini yazma fırsatıydı...





the loneliestWhere stories live. Discover now