0.9

19 8 0
                                    






kollarımın arasında uyuyan bedenin saçlarını geriye attım yavaşça. alnına kondurduğum öpücüğün ardından teninin soğuk olduğunu fark ederek ellerimi onun yüzünde gezdirmiş, çantama uzanıp içerisinden çıkardığım kalın hırkayı ona giydirmiştim. uykulu bir şekilde mırıldandığında gülümsedim. "uyanmalısın, neredeyse sabah olacak." dedim masum yüzüne bakarken. gözlerini kırpıştırarak gözlerime baktığında soğuk yanaklarını okşamıştım dudaklarımı büzerek. "çok üşümüşsün. keşke daha erken fark etseydim," işaret parmağını dudaklarıma bastırmıştı susmam için.

ben ise işaret parmağına minik bir öpücük kondurarak geri çekilmiş, ikimizin çantasını da omuzlarıma yerleştirmiştim. ayağa kalkmıştı güzel sevgilim, gözlerini ovuştururken öylesine şirin görünüyordu ki, bu anın zihnime kazınması için hareketsizce izlemiştim.

hâlâ nereye gideceğimizi bilmiyordum. soran bakışlarımı ona yönlendirdiğimde küçük bir çocuktan farkı kalmadığını görmüştüm. cebinden iki bilet çıkardı. "bu... incheon'a gitmemiz için. pasaport çıkarıp uçak biletlerini alana kadar incheon'da kalacağız." belinden kavrayarak bedenini kendime çekmiş ve yüzüne yaklaşarak gözlerinin içine bakmıştım. "hangi ülkeye gideceğiz? jisung, lütfen kendini yurt dışına çıkmak zorundaymışız gibi hissetme. incheon'da kalabiliriz. bizi orada bulamazlar bile." başını olumsuz anlamda salladı.

"sana zarar veren insanlarla aynı ülkede bile yaşamana izin veremem. dünyanın öbür ucuna gidelim, ne kadar sorun yaşarsak yaşayalım. en azından güvende olacaksın felix. ailene bak, arkadaşlarına bak. sence gitmemizi umursayacak insan var mı bu saydıklarımın arasından? birkaç ay bile sürmeyecek unutuluşumuz. bu yüzden sonu ne olursa gitmek istiyorum. burada yüzünde morluklarla dolaşman yerine güvende olacağımız bir yerde parasızlıktan sürünmeyi tercih ederim." bu cümleleri kurarken öylesine kesin konuşuyordu ki. kendisine olan güveni sesine de yansımıştı. gözlerinden anlıyordum, her türlü olasılığı düşünüyordu. aklında bu fikrin en güvenli yol olacağına kanaat getirmişti.

kollarımın arasından çekilerek elimi tuttu. dudaklarımı aralasam da koşmaya başlamıştı beni peşinde sürüklerken. o an her şey rüyaymış gibi hissetmiştim. kumların üzerine koşturduğum her adım bulutların üzerinde yürüyormuşum hissiyatı uyandırıyordu. jisung'ın biletleri cebine sokuşturup kıkırdamalar eşliğinde koşmaya devam ettiğini görünce bu kıkırdamalara eşlik etmiştim. ona güvenmek hayatımda verdiğim en doğru karardı. geçen her dakikada, saniyede, bunu daha iyi anlıyordum.

ışık hüzmeleriyle aydınlanan tren istasyonuna vardığımızda, yorgun ama mutlu bir gülümsemeyle birbirimizle bakıştık. trenin içine ilk adımımızı attığımızda, bütün anılarımız bir film şeridi misali gözlerimin önünden geçti. o saçlarımı okşarken duyduğum huzur, hayatın en değerli hazinelerinden biriydi. trenin ritmik sesi aramıza -pek de hoş olmayan- bir melodi serpiyordu. jisung saçlarımı okşamayı bırakarak pencereye yaslandı. dudaklarının arasından derin bir nefes döküldü. "hangi ülkede yaşamak isterdin?" diye sordu bakışları trenin penceresinden gelip geçen manzaralarda takılı kalırken. "seninleysem hangi ülkeye gideceğimizin hiçbir önemi yok." bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde düşünceli hâlini görebilmiştim irislerinde.

"benim yüzümden hiç uyuyamadın biliyorsun değil mi? hadi, biraz uyu. o sırada bilet bakarım ben." dedi. yorgunluğun ağırlığı sırtıma yapışıp kalmıştı sanki. onun elleri, tüm yorgunluğumu alıp götürecekmiş gibi, nazikçe omuzlarımda dolaşmaya başladı. her dokunuşu içimi ürpertiyor, karnımda kelebeklerin uçuşmasına sebep oluyordu. o tekrar saçlarımı okşarken hissettiğim sıcaklık, içimi bir sakinlikle dolduruyordu. "peki ya senin için önemli olan bir yer var mı? özellikle gitmemizi istediğin bir yer..." meraklı bakışlarım onun yüzünde gezinirken gülümsedi.

"belki de aradığım yer, seninle olduğum her yerdir," dedi sakinleştirici bir ses tonuyla. bu sırada, jisung'ın dizlerini pat patlamasıyla başımı onun kucağına yasladım. gözlerimi kapatırken, trenin monoton ritmiyle birlikte düşüncelerimdeki karmaşa da yavaşça kayboluyordu...


















the loneliestWhere stories live. Discover now