1.7

17 6 0
                                    








eve dönüşümün yorgunluğu bedenimi sarmışken, koltuğa bıraktım kendimi. odanın loş ışıklarıyla gözlerimi kapatmıştım. yaşanan her şeyin ardından dinlenmeyi hak ettiğimi düşünmüştüm. tam o an, annemin acı haberi bana getireceği telefon geldi. babamın ölümüne dair haber, o anın huzurlu havasını aniden dağıttı. telefonun öbür ucundan duyulan annemin titreyen sesi, kalbimde bir çığlık gibi yankılandı. kelimeler, beni derin bir sessizliğin içine çekti. gözlerim, odanın perdelerinin ardındaki sokak lambasının solgun ışığına takılı kaldı, sanki bu haberi sindirmeye çalışan zihnimi dış dünyadan soyutlamak istiyordu.

odada bir sessizlik hakimdi, zaman durmuş gibiydi. koltukta uzanmışken, yaşanan bu ani kayıp beni -tuhaf geliyor olsa da- sarstı. babamla olan ilişkimin karmaşıklığı, şimdi acı ve pişmanlıkla birleşiyordu. yorgun bedenim, bu haberle birlikte soyut bir ağırlığın altında eziliyordu. derin bir nefes verdim. uzun sürmeyen telefon konuşmasının ardından telefonu kapattığımda başımı yastıklardan birine gömdüm. mahvettiği gençliğime üzülüyordum. onun mezarında mahvettiklerinin eseri de olacaktı, biliyordum. kırgındım, kızgındım. mezarına tükürecek kadar iğreniyordum ondan. yine de kalbime laf geçiremiyordum, hiçbir zaman başaramadığım gibi.

açılan kapının sesini duyduğumda jisung'ın geldiğini anlayarak burukça gülümsedim. ayağa kalkarak kapıya doğru ilerlediğimde beni görmesiyle elindeki poşetleri adeta yere fırlatıp bedenimi kollarının arasına hapsetti. "bebeğim, seni çok özledim!" dedi boynuma sıcak dudaklarını bastırırken. boynum gıdıklanırken aldığım habere rağmen kıkırdamalar bırakmıştım kulağına. ona bu haberi söyleme konusunda ikileme düşmüştüm. derin bir iç çekerek başımı omzuna gömmüştüm yalnızca. düşünmek yerine elimin tersiyle itiyordum her şeyi, onun omzuna sığınıyordum.

kapının açık olduğunu fark edince istemeyerek kollarını bedenimden ayırıp, bıraktığı poşetleri mutfağa kadar taşıdı. yardım etmeye çalışsam da sırf yardım etmemem için bütün poşetleri her iki eline paylaştırmıştı. aceleci bir tavır takınıyordu, beni özlediğini biliyordum. ben de onu çok özlemiştim ama içten içe düşüncelerimden oluşan bir okyanusta yüzmeye çalışıyordum. bu özlem duygumu geri plana atıyor gibiydi. yanıma geldiğinde ellerimi tutarak bizi yatak odamıza yönlendirdi. yarı oturur pozisyonda yatağa uzanmamı sağlamış, çok geçmeden kucağıma oturmuştu. yüzümü ellerinin arasına alıp parlayan bakışlarıyla baktı gözlerime.

"gözlerim senin yüzündeki o eşsiz çilleri izlerken sanki bir yıldız haritasını keşfeder gibi hissediyorum biliyor musun? senin geçmişin, anıların ve güzelliklerinle işlenmiş bir sanat eseri gibi görünüyorlar. onlar, senin benzersiz öykünün izlerini taşıyor ve bu izler, seni daha özel kılıyor benim gözümde. yüzündeki bu küçük detaylar, yani senin sevmediğin kahverengi noktalar, benim için bir aşk şarkısının notaları gibi; her bir çil, senin benzersizliğini ve içinde barındırdığın derin güzellikleri temsil ediyor. gökyüzünün seni kıskandığına eminim çünkü onun bu kadar güzel yıldızları yok felix." dudakları teker teker çillerimde gezinmeye başladı, tıpkı her gün yaptığı gibi. yüzümde ne kadar çil vardı bilmiyordum. jisung'ın öylesine öptüğünü düşünmüştüm bunu ilk kez yaptığında. öpücükleri dakikalarca sürmeye devam etti. sanki kendisine söz vermişti bütün çillerimi öpmek için. yıldızlarımı öpüyordu ve ben onları sevmeye başlıyordum. nefret ettiğim yıldızlar onu hatırlatıyordu şimdi bana.

öpücükleri bütün çillerimi kaplamışken gururla geri çekildi. eserini tamamlamış bir ressam gibi yüzüme baktı. kolları bir kez daha bütün bedenimi sarıp sarmalarken çenemi saçlarının arasına yaslayarak gözlerimi kapatmıştım. "sen böyle güzel cümleler kurduğunda ne diyeceğimi şaşırıyorum jisung. yorucu bir günün ardından hiç yorulmamış gibi benimle ilgileniyorsun ama ben bunu başaramıyorum bile. bazı şeylerin üst üste geliyor olmasına sığınamayacağım bu sefer. seni çok sevdiğimi asla unutma olur mu?" parmaklarıyla sırtımı okşamaya başladı yavaş hareketlerle.

"sen, ben değilsin felix. benim gibi olmanı da istemiyorum. yorgun olsam da seninle ilgileniyorum çünkü benim bebeğimsin. hem canın sıkkınsa benim sayemde neşeleniyorsun ve bu benim için en güzel ödül." yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle ellerimi saçlarına yönlendirerek yavaşça okşamaya başlamıştım. saçları öylesine yumuşak ve narindi ki okşamaya bile kıyamıyordum. aldığım nefesler ağırlaşırken uykuya teslim olacağımı fark etmiştim. sessizlik içinde, sadece nefes alışverişlerimiz ve kalp atışlarımızın ritmi duyuluyordu. senin düzensiz kalp ritmini göğsümde, kendi kalbimde hissediyordum. güzel kalbin heyecandan hızlanıyordu. ya da ben öyle sanarak geçirmiştim günlerimi...








the loneliestHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin