0.3

58 17 1
                                    







çantamı elime alıp olivia'nın saçlarını karıştırdım. "kendine dikkat et." dedim gülümseyerek. başını olumlu anlamda sallayarak evden ayrıldığında derin bir nefes vermiştim. sanat okuluna kaydımı aldıralı bir hafta oluyordu. bu süre boyunca kız kardeşime kendimi daha mutlu göstermeye çalışıyor, müzikle uğraşıyor ve kendimi geliştirmem gerektiğini söyleyen öğretmenlerimin sözünden çıkmıyordum. bu eve adımımı attığım an kendimi geliştirmek bile yabancı bir kelimeydi.

annem de, bazı şeyleri anlıyor ve susuyordu. her şeyin farkında olduğu hâlde bilmiyormuş gibi davranıyor, müziğe karşı nefret söylemlerinde bulunsa da evde babam yokken kendi kendine şarkı mırıldanıyordu. hepimiz onun baskısı altında yaşıyorduk. annem de buna dahildi.

okula gittiğim ilk an stresten cildimde kızarıklar çıkmıştı. tenim alevler içinde yanmıştı sanki. canavara da benzemiştim biraz, aynaya her bakışımda kızarıkların arttığını görünce öğretmenimin de izniyle eve gitmiştim. bu okula o zamandan beri kötü bir bakış açısıyla bakmıyordum. kimsenin kimseye zorbalık yapmadığı, üstünlük kurmaya çalışmadığı insanlar vardı burada. şahsen ben kendimi o hâlde görseydim muhtemelen kendimle dalga geçerdim. buradaki kişiler öylesine iyiydi ki ben eve gitmeden önce sınıfımdan bir çocuk soğuk su şişesini kızarıklarımın üzerine dokundurmuştu. bana zarar vermesi düşüncesiyle iki büklüm olduğumda kendimden utandım, daha çok stres oldum belki de farkında bile olmadan. o çocuğun yüzüne bile bakmamıştım. stresten gözüm dönmüş gibiydi. hiçbir şeye odaklanamıyordum. o günle ilgili tek hatırladığım, canımın çok yandığıydı.

okulun içerisine girmeden önce insanların bana olan tiksintili bakışlarını fark ettim. sıradan, yalnızca okula giden bir çocuk olduğumu hatırlattım kendime. derin bir nefes aldım. bu insanların her biri baskı altında kalıp düşüncelerini değiştiren insanlardı. benim bu okula gelişim de bir nevi özgürlüktü. kanatlarımı tutan parmaklar arasından kaçıp uçuşumdu.

adımlarım sınıfıma doğru ilerlerken bana sarılan bedenin sıcaklığını hissederek afallamıştım. kimin bana sarıldığını bilmediğim hâlde kollarımı karşımdaki bedenin etrafına sarmıştım. aklımda binbir türlü soru işareti dönüyorken burnuma onun kokusu geldi. o gün kızarıklarımın acısı dinsin diye bana soğuk su şişesiyle yardım etmeye çalışan çocuktu bu. "iyi olmana o kadar sevindim ki..." dediğini duymuştum. gülümseyerek çenemi omzuna yaslamış, sırtını okşamıştım. adını bilmiyordum, adını bırak; yüzüne dahi dikkat etmemiştim. zihnimde kalıcılığını yitirmeyen kokusu olmuştu.

o bana sarıldığında içim huzurla dolup taşıyordu nedensizce. bazen tek bir an kollarından ayrılmak istemiyordum. bana yalnızca iki kez sarılmış olmasına rağmen... bedeni nazikçe geri çekildiğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi hissetmiştim. yüzü hayallerimdeki oğlanın tamamen aynısıydı. yutkunmuştum. bunun nasıl gerçek olabileceğini sorguluyordum içten içe. parmakları yüzümü okşamaya başladı. kalbim hızlı bir şekilde çarpıyordu. göğüs kafesimi delip geçmesinden korkmuştum bir anlığına.

gülümseyerek başımı eğdim. adımlarımı ondan uzaklaştırmak istesem de bedenim hareket etmiyordu bile. çenemi kavrayarak yüzümü kendisine çekti. "yüzün... yüzüne ne oldu?" diye sordu sessizce. gözlerimi büyüterek ona bakmıştım. nasıl bir açıklama yapmam gerektiğini bilmiyordum. "ne olmuş yüzüme?" dedim zar zor. masum bakışları bir anda hüzünle dolmuş, birkaç damla gözyaşı süzülmüştü usulca.

"morluk var, morarmış. nasıl fark edemedim ben?" yanağıma minik bir öpücük kondurdu. başını boynuma gömerek sessiz hıçkırıklarını bıraktı. tek yapabildiğim saçlarını okşamak oldu. ilk kez bu tarz bir tepkiyle karşılaşıyordum. beni doğru dürüst tanımıyor olsa da bana gerçekten değer veriyor gibiydi.  geri çekilerek arkama bile bakmadan, nereye gideceğimi bilmeden ilerlemeye başladım. peşimden gelmeyi bırakmayıp kollarımdan tutmuştu. "bak... bana güvenmiyor olabilirsin. lütfen şiddet görüyorsan gelip söyle bana, tamam mı? benimle birlikte kalırsın yada başka bir çözüm bulabiliriz." dedi gözlerimin içine bakarken. bakışlarım tam aksini söyleyecek olsa da şiddet gördüğümü inkâr ettim.

"şiddet görmüyorum. birine güvenecek olsaydım bu adını bile bilmediğim bir kişi olmazdı." o an kollarımı tutan elleri gevşemeye başladı. yanaklarını ıslatan gözyaşları artarken geriye doğru birkaç adım attım. bunları söyleme sebebim daha fazla soru yöneltmemesi içindi. ben ise her şeyi mahvedecek bir harekete başvurmuştum bu şekilde.

"adım... jisung"

tek duyduğum bu olmuştu onu ardımda bırakırken. adımlarımı lavaboya doğru yönlendirmiş ve kabinlerden birine kilitlemiştim kendimi. ellerimle saçlarımı çekiştirmeye, hıçkırıklarımı serbest bırakmaya başlamıştım. bağırıp içimde ne var ne yoksa dökmek istedim. onun parlayan gözlerine bakıp her şeyi itiraf etmek istedim. pek çok şey isteyip yapamıyordum. yine aynısı olmuştu. ben jisung'ı, hayallerimdeki oğlanı üzmüştüm. bu sefer gerçekten batırdığımı anlamıştım.

zaman geçtikçe nefeslerim düzene girmiş, ellerim güçsüzleşmiş, gözyaşlarım süzülmeyi bırakmıştı. göz kapaklarım giderek ağırlaşıyorken buradan kalkıp gitmem gerektiğini anlamıştım. bütün ders boyunca muhtemelen uyuyacak, benimle ilgili umudu olan bütün öğretmenleri hayal kırıklığına uğratacaktım. kabinin kapısını açarak elimi-yüzümü yıkadım. dağılmış saçlarımı düzeltmeye çalıştım ve pes ederek sınıfa yönlendirmiştim adımlarımı. neyse ki erken davranmıştım sınıfa girerken. henüz öğretmen yoktu. en arka sıralardan birine çantamı atıp başımı kollarımın arasına gömdüm. ağlamaktan gözlerim acıyordu ve onları açık tutabileceğimi sanmıyordum.

yanıma birinin oturduğunu hissettim. kim olduğunu bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. tek istediğim uyumaktı; uyumak. belki de sorunlarımdan kaçmamın tek yoluydu bu. avuçlarımın arasında kalmış tek yol... yanına oturan bedenin elleri saçlarıma yönlenince kalbim hızlanmaya başlamıştı. korkudan mı yoksa onun olduğunu düşündüğümden mi bilmiyordum. bu sırada fısıltı hâlindeki sesini duydum, sıcak nefesini hissettim saçlarımın arasında.

"özür dilerim felix... seni kızdırmak istememiştim."








the loneliestWhere stories live. Discover now