0.6

43 8 0
                                    









giderek içime kapanmaya başlamıştım. olivia'yla bile konuşmuyordum. beni tanıyan, belki de tanımayanlar da dahil olmak üzere pek çok insan fark etmişti bu hâllerimi. kimse soramadı çünkü herkesten kaçıyordum. birini yakınımda görsem anında kaçıp tuvalet kabinine sığınıp, ağlıyordum. kalbim acıyordu, zihnim düşünceleriyle boğuşurken günden güne ölüyormuş gibi hissediyordum.

yine o kabinlerin birindeydim şimdi. sadece ben vardım. midem bulanıyordu etrafımda toplaşacak insanları düşündükçe. yanaklarımı ıslatan gözyaşlarından kurtulmuştum güçlükle. bir şeyin kilitlenme sesini duyduğumda bütün bedenimi kaplayan korkuyla yüzleşmem gerekmişti. gitmeliydi, bırakmalıydı bedenimi bu korku. yine de, evdeki yaşantımı düşününce burada bir gün boyunca kilitli kalmanın eve gitmekten daha iyi olduğunu fark ettim. birinin kapıyı tıklatma sesiyle yerimde iyice doğruldum.

"felix... kapıyı açar mısın? buraya kimse gelemez, kilitledim. sadece biz olacağız. lütfen çık dışarı." onun sesiydi. beni korkunç kâbuslarımdan kurtaracak olan oğlanın sesiydi, canımdan çok sevdiğim insanın sesiydi. burnumu çekerek başımı olumsuz anlamda sallamıştım sanki görebilecekmiş gibi. tekrar, tekrardan kaçıyordum ondan. bunu yapmaktan nefret ediyordum. şarkı mırıldanmaya başladı beni sakinleştirmek istercesine. o an yaşadığım her şey gözlerimin önünden geçti. güvendiğim tek kişi, şimdi kapının diğer tarafındaydı.

zaman bizim için durmuş gibi şarkı söylemeye devam etti. düşüncelerimi bir kenara ittiğimde kapının koluna uzandım. titreyen ellerim, yumru yerleşen boğazımla kapının koluna uzanmış bir şekilde öylece durdum bir süre. kapıyı açtığımda onu duvara yaslanır bir pozisyonda görmüştüm. aramızdaki birkaç adımlık olan mesafeyi kapatmak istediğini gözlerinden anlıyordum lâkin kendi bedenimin ona sarılma düşüncesiyle karamsarlığa büründüğünü, bürünmek bir yana adeta bütünleştiğini hissedebiliyordum. korkak olmak istemedim, karşımda duran bedenin kolları bana sarılma arzusuyla sızlarken. kollarının arasına girdiğimde sıkıca sarıp sarmalamıştı beni. başımı boynuna gömmüştüm. kokusu burnuma doluyor, bedenimde adeta sakinleştirici etkisi bırakıyordu. "neler olduğunu anlatmak zorunda değilsin, biliyorsun değil mi? bir anda seni soru yağmuruna tutmak istemiyorum ama aklıma iyi olasılıklar gelmiyor felix. tek istediğim iyi olman."

kollarımı bedenine sardığımda kendimi ayakta duramayacak kadar güçsüz hissediyordum. alt dudağımı ısırmaktan neredeyse kanayacaktı, acılar içindeydim. kanadı kırılmış bir kuştum kollarının arasında. benim hakkımda olan endişelenmelerini bile hak etmiyordum. "buradan gitmek istiyorum jisung..." diye mırıldandım boğuk sesimle. eli saçlarıma yönlendiğinde istemsizce korkmuştum bana bir şey yapacak olmasından. korktuğumu hissetmiş olmalı ki yalnızca öpücük kondurdu saçlarımın arasına.

"nereye istiyorsan gidelim felix. kaçalım, kaçak yaşayalım gerekirse. benim tek istediğim senin mutluluğun. bu düşüncem belki de aptalca ama bir tek benimle güvendeymişsin gibi hissediyorum." yüzümde ufak bir tebessüm belirdi dediklerini duyduğumda. başımı kaldırarak gözlerinin içine baktım. gözleri yaşlarla doluydu.

ruh eşi gibiydik sanki. benim düşüncelerim onun da zihnindeydi. dile getirmiyorduk ikimiz de. belki de inanmıyorduk iki bedenin veya iki ruhun birbirini tamamlayacağına. "ben seninle güvendeyim zaten jisung. sevildiğimi hissettiğim tek yer kollarının arası. yüzümdeki morluk... ailemden şiddet gördüğüm için olmuştu. konuyu kapatmak için aklıma ne geliyorsa -kırıcı oluşunu umursamadan- söylemek zorundaydım. tanrı bu yüzden beni cezalandırmış olmalı, bana gönderilen meleği üzdüğüm için."

gözleri şaşkınlıkla açılırken dolan gözlerinden yaşlar akmıştı. titreyen ellerimle hızlıca sildim gözyaşlarını. yanağına minik bir öpücük kondurdum gülümsemesi için. gülümsemedi. hâlâ dehşete düşmüş gibi bakıyordu gözlerime. yüzümü ellerinin arasına aldı. "bunu gizlemek için..." dedi sessizce. başımı çaresizce olumlu anlamda salladım. bedenimi kendisine çekip sıkıca sarıldı bir kez daha. sıcak kolları geçmişi alevler içinde yakıp yok edecek güce sahipti. buradan gerçekten gidecek miydik yoksa kendimizi mi kandırıyorduk bilmiyordum ama sadece ona sarılarak hayata tutunabilirdim. sadece ona sarılarak ruhum yaşayabilirdi, mutlu olabilirdim hatta... aşık olabilirdim. saçlarımı öptü defalarca. çenesini saçlarımın arasına yasladı, şarkı mırıldandı tekrardan. benim iyiliğime önem veriyordu. gerçekten önem veriyordu. ve ben ilk kez kendimi değerli hissediyordum, aynı zamanda onu değerli hissettirme arzusuyla dolup taşıyordum. onun varlığı bana lütuf iken ben de çabalamalıydım mutluluğu için.

"benim mutluluğum sensin, lee felix." dedi aklımı okumuşçasına...












the loneliestWhere stories live. Discover now