9. Bölüm: Senin Sıran, Vazifeli...

36 6 99
                                    

   Pınar... sen de... korkuyorsun...

   Apartman boşluğundan gelen boğuk ses karmaşası kulak tüylerimi hareketlendirdi. Pınar'ın mesajına göre, Yağmur apartmanın önüne geldiğinde Serhat'la karşılaşmış olmalıydı. Güneş saçlı tanrıça ve kömür saçlı kız çocuğu an itibariyle korkularına tutsak iki kurbandı. Bizim gibi... 

   Arkamı döndüğümde Toprak kayıptı. Boğuk sesin bir parçası olduğu, tek solukta Yağmur'a koştuğu aşikârdı. Hâlâ merdivenden çıkmamışlardı. Eve girip girmemekte yaşadıkları tedirginlik, geceyi dışarıda geçirme fikirlerini her solukta güçlendiriyor olmalıydı. Ve Pınar... eli kulağındaydı; ekibi toparlayabilir, hepsini yukarı çıkarabilirdi. Diğerleri gibi her ne yaşıyorsa, ondan bir nebze kurtulması yeterliydi.

   Ya ben? Niçin dostlarıma göre daha hızlı toparlamıştım? Evet, korku iliklerimin ötesine nüfuz etmişti. Fakat, düşüncelerimde güçlü bir tutarlılık vardı. Geriliyordum. 

   Senin sıran, vazifeli...

   Sol kulağımın hemen dibinde işittiğim, gaipten gelen derin bir fısıltı sırtımdan ciğerlerime dek işlemişçesine etkilemişti. Bu da ne? Aynı anda Pınar'ın apartmandan gelen bağırtısı beni kendime getirdi.

   "Bu apartmanda kimse yok mu be!" diye tiz bir haykırış kulaklarımı tırmalamakla kalmayıp beni derin düşünce hâlinden çıkardı. Sesin kaynağı Yağmur'du. Toprak ve Serhat'tan ise henüz mantıklı açıklamalar duymamıştım. Güneş ve kömür saçların sırra kadem basması ile mizah ve şövalye ruhları da kayıplara karışmıştı anlaşılan. 

   "Dışarıda kalamayız. Hadi artık, çıkalım." dedi Pınar titreyen sesiyle. Tahminim doğruydu. Pınar'ın bu çıkışı, onun kendi özünden tamamen kopmadığını açıklarken Toprak'ın Yağmur'u duyduğunda yerinden bir ok gibi fırlamasını da buna ekleyebilirdim. Evet, bir şeyler tamamen değişmiş, karanlığın zifiri tonu hepimize bulaşmıştı.

   Merdiven basamaklarını ilk tamamlayan Pınar'dı. Göz göze geldik. İçimde acı bir dürtü belirdi. Onu ilk kez ürkek görmek... kollarımız sırtımıza kenetlendiğinde dudaklarım kımıldadı:

   "Sen... öldüğünde bile cesaret şarabını içiyordun. Neler oluyor?"

   "Ege, ben benim, ama özümle arama perde indi. Onu gördüm. En güçsüz anımda..."

   "Kimi?"

   "Açıklayacağım. Dilim bu konuda düğüm düğüm. Zamanı gelince..."

   "Seni anlıyorum, bu konuda yalnız değilsin."

   Serhat, Toprak ve onun koluna bir koala gibi sarılan Yağmur kapıdan ağır ağır girdi. Bu ağırlığın tek sebebi vardı, o da her an aynı hadiseyi yaşamamız ihtimali. Ama içimde bu yoğunluk yoktu. Sanki bizi altüst eden şey her neyse yanımızda değildi. Zihnim, fırsatları kovalamayı başaran bir dedektif gibi atikti. Kurban mıyım, kurtarıcı mı? Vazifem ne?

   "Kızlar ve Serhat. Siz oturma odasına geçin, biz de Toprak'la kalan işleri tamamlayalım." Söze girmelerini engellercesine Toprak'ı omzundan mutfağa doğru sürükledim.

   "Duble espressoya ihtiyacımız var."

   "Ne? Savaşa mı hazırlanıyoruz? Bu şekilde uyku tutmayacak beni, farkındayım. Ama kızlar uyusun. Yaşadığımız olayı söze dökemiyoruz, bu gece konuşmak istediğine emin misin?"

   "Olmaz Toprak!" diye hırladım, "Biz, dünkü biz değiliz artık. Uyumamak için değil, odaklanmak için her ne gerekiyorsa yapmalıyız. Bu gecenin ciddiyetini korku girdabında boğularak yitirmemize izin veremem."

Korku Tutkunları 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin